NİLGÜN MARMARA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NİLGÜN MARMARA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

NİLGÜN MARMARA ŞAİRİN İNTİHARI

Daha 29’unda onca yazacağı şiir’i varken ‘’Ey yeryüzü görmediğim arka bahçen kalmadı’’ diyerek yeryüzünden gitmeye karar verdi. Bireyin yalnızlığı üzerine yoğunlaşan ve Slvia Plath’ten etkilenen Nilgün Marmara Üniversitede Tezini ‘’Slvia Plath’tin şairliğinin intiharı bağlamında analizi’’ üzerine yaptı bu çalışması çok sonra Dost Körpe tarafından Türkçeye çevrildi.N.Marmara Çeviride Gizdökümcü şairciliği şöyle tanımlar: Kendini aklama peşinde olan şairin, yer altına inmesidir. kendine özgülüğü her cümlesinde kendini gösteriyor. kendinden sonra etki alanına birçok ünlü yazarı aldı bunlar;Orhan Alkaya, Lale Müldür, Kücük İskender, Gülseli İnal, Cezmi Ersöz ve daha bilmediklerimiz. Çok yazısının olmamasına rağmen bunca kalıcı olmasını sadece özgün anlatımına bağlamak Nilgün Marmaraya haksızlık olur, O, sadece yazmadı bazen yazdıklarını yaşadı bazende yaşadıklarını yazdı. NİLGÜN MARMARA 1958 yılında istanbul’da doğdu orta ve liseyi Maarif Kolejinde tamamladı. Boğaziçi üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı. 29 yaşında, yeryüzünü terk etmeye karar vererek yaşamını sonlandırdı. ŞİİRLERİ: Daktiloya Çekilmiş şiirler (1988), Metinler (1990) KİTAPLARI: Kırmızı Kahverengi Defter ( Ölümünden sonra Gülseli İnal tarafından hazırlandı.1993) Düşü Ne Biliyorum / Nilgün Marmara Kimdi o kedi, zamanın eşyayı örseleyen korkusunda eğerek kuşları yemlerine, bana ve suçlarıma dolanan? Gök kaçınca üzerimizden ve yıldız dengi çözüldüğünde neydi yaklaşan yanan yatağından aslanlar geçirmiş ve gömütünün kapağı hep açık olana? Yedi tül ardında yazgı uşağı, görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o ve bağlanmıştır körler örümcek salyası kablolarla birbirine sevişirken, iskeletin sevincini aklın yangınına döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla. Yine de, o, zaman kedisi pençesi ensemde, üzünç kemiğimden çekerken beni kendi göğüne, bir kahkaha bölüyor dokusunu düşler maketinin, uyanıyorum küstah sözcüklerle: Ey, iki adımlık yerküre Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! (Daktiloya Çekilmiş Şiirler) Çok Güzel Durma artık burada uysal âşık! Aydınlık milinin yatağında. Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı, Anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde ağırbaşlılığının. Veda geliyor şimdi, öğretmek için sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen vakitte. Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını yüzün, kavisin beyaz yanağıyla? Bu aklıkta, minarem mavi benim. Işığım denize kayıyor, bir sayıklama izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz insanlığa! Kuşum ve Ben Kuşum ve ben bir aynada uyuyoruz, kafesimiz yatağımız yüzlerimiz eşlerine baka baka sonsuz kar altında uyuyoruz kuşum ve ben Eşim ve ben kızıl bir bağla bağlıyız birbirimize Çözülürse yoksulluk sevinir Aynamızın içinde tek bu bağ... Kızıl kıskaç eşim kuşum ben... ( Kırmızı Kahverengi Defter ) Şairin intiharı Bir süredir masamın üstünde tek sayfa bir mektup duruyor. "Şuna bir göz at" diye elime tutuşturulmuş bir mektup... 13 Eylül 2002 tarihli... Düzgün bir el yazısıyla yazılmış. En üstte büyük harflerle "Aslında bütün mesele neydi?" yazıyor: "Hani, ‘Hayatın neresinden dönülse kardır’ dizesi var ya Nilgün’ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. Nilgün Marmara’nın 29 yaşında, S. Plath’in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. Ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. Bu yüzden ‘Şubatta Saklambaç’a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. Ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). Ama şimdi..." İlk okuyuşumda burada durdum. Devam etmeye korktum. Sonra merakım yendi korkumu... Okudum: *** "Ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. Hem Zebercet de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (Kimbilir belki kendimle barışabilseydim...) Yerleşik Yabancı’ydım her yere Metin Abi... Sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için. Daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama? Tüm arkadaşlarımı ve sevgilim Meral’i çok seviyorum. Beni affedin." *** Mektubu ileten arkadaştan öğrendim sonrasını... "Şair - yazar - akademisyen Zafer Ekin Karabay o mektubu yazdığı gün, Eskişehir’de intihar etti." Neden peki? "Aslında bütün mesele neydi?" "Şiir hem yitiş, hem kurtuluştur" diyen bir şair, niye 29’unda kemerine asar kendini?.. "Yaşamdan daha büyük olma isteği mi? 30 yaş kırgınlığı mı? Mağrur bir an mı?" Hayır! Mesele (Mayakovski’den Kaan İnce’ye, Van Gogh’dan Nilgün Marmara’ya, Jack London’dan, Hemingway’e kadar) bütün sanatçıların, vicdan sahiplerinin, hayatı sevenlerin meselesi: Ozanın, başkalarının acısı pahasına elde edilen mutluluğu kabullenememesi... Alaattin Topçu’nun deyişiyle "hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğini", "N’apalım, dünya böyle" diye geçiştirememesi... Sokaktaki tevekkülle baş edememesi... Sokaktakilerden olmayıp, onları dönüştürmeye de gücünün yetmemesi... Ve "kendiyle barışıp" haksızlığa alışarak yok olmaktansa, intihar ederek var olmayı tercih etmesi... Nilgün Marmara da "Ey, iki adımlık yerküre/ senin bütün arka bahçelerini gördüm ben" deyip gitmedi mi? *** "Son mektup"un üzerinde bir not var: "Bunu Kül’de yayınlarsanız sevinirim" deyip muzipçe soruyor: "Nasıl sevineceksem?" Sonra da bu talepteki tutunma çabasına dikkat çekiyor, parantez içinde: "Bu da hâlâ yaşamak istediğimi mi gösteriyor nedir?" Son kitabını göremeden ölmüş bir ozanın son mektubunu yayımlatma isteği... Vahşeti yüreğinde hisseden "yabancı"nın dayanılmaz bozgunu... "Kaçış değil onlarınki, reddediş", biliyorum. Ama yine de "Bu reddiyenin başka yolları olmalı" diyorum. Bunca haksızlığı ve bizim onca haksızlığa alışmışlığımızı böyle yumruk gibi yüzümüze vurmadan, canına kıymadan... Bizi şiirsiz, şairsiz koymadan... Hayatla başa çıkmanın ozanca bir yolu olmalı... Çünkü Karabay’ın dediği gibi; "Yolculuğa çıkmışlar için hem limansa şiir, hem de gemi..." O gemiyi en son şair terk etmeli... CAN DÜNDAR
Read More