Tarih sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
Tarih sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

Kürt Milliyetçilerine Tavsiyeler

Son zamanlarda sosyal medya da sıkça karşımıza çıkan Kürt milliyetçillerine milliyetçiliği doğru anlama ve anlatmak açısında bir yol gösterici olması dileğiyle milliyetçiliğin önemi ve kriterleri hakkında bir derleme iyi okumalar....

Milliyetçilik, bir ulusun kendi kimliğini, kültürünü ve çıkarlarını koruma ve geliştirme amacıyla ortaya çıkan bir ideolojidir. Bu kavram, tarih boyunca çeşitli biçimlerde ortaya çıkmış ve siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda önemli etkiler yaratmıştır. Milliyetçiliğin önemi ve kriterleri üzerine yapılan bir araştırma, bu ideolojinin tarihsel kökenlerini, gelişim süreçlerini ve modern toplumlar üzerindeki etkilerini anlamak için büyük önem taşır.

Milliyetçiliğin Önemi

  1. Ulusal Kimlik ve Birliktelik: Milliyetçilik, bir ulusun kimliğini ve birlikteliğini korumasına yardımcı olur. Ulusal kimlik, bireylerin kendilerini belirli bir topluluğa ait hissetmelerini sağlar ve bu aidiyet duygusu, toplumsal uyumu ve dayanışmayı güçlendirir.

  2. Bağımsızlık ve Özgürlük Mücadelesi: Milliyetçilik, tarih boyunca pek çok ulusun bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır. Koloni yönetimleri altında yaşayan milletler, milliyetçi hareketler sayesinde kendi kaderlerini tayin etme ve bağımsız devletler kurma hakkını kazanmışlardır.

  3. Kültürel Koruma ve Gelişim: Milliyetçilik, ulusal kültürün korunması ve geliştirilmesi için güçlü bir araçtır. Bir ulusun dili, gelenekleri, sanatları ve diğer kültürel değerleri, milliyetçi hareketler tarafından desteklenir ve yaygınlaştırılır.

  4. Siyasi İstikrar ve Güç: Milliyetçilik, ulusal hükümetlerin meşruiyetini ve halk desteğini artırır. Bu, siyasi istikrarı sağlamaya ve devletin iç ve dış tehditlere karşı daha güçlü olmasına yardımcı olur.

  5. Ekonomik Gelişim ve Refah: Milliyetçi politikalar, yerel ekonomilerin güçlendirilmesini teşvik edebilir. Yerli üretim ve tüketim desteklenir, böylece ulusal ekonomiler daha dayanıklı hale gelir ve dışa bağımlılık azaltılır.

Milliyetçiliğin Kriterleri

  1. Ulusal Kimlik ve Aidiyet: Milliyetçiliğin temel kriterlerinden biri, belirli bir ulusal kimliğe ve aidiyet duygusuna sahip olmaktır. Bu kimlik, dil, din, kültür, tarih ve ortak değerler gibi unsurlar üzerinden şekillenir.

  2. Egemenlik ve Bağımsızlık: Bir milletin kendi kaderini tayin etme hakkını savunması, milliyetçiliğin önemli bir kriteridir. Bu, siyasi bağımsızlık ve egemenlik taleplerini içerir.

  3. Kültürel Koruma ve Teşvik: Milliyetçi ideolojiler, ulusal kültürün korunması ve teşvik edilmesini amaçlar. Bu, dil, sanat, gelenekler ve diğer kültürel unsurların yaşatılması anlamına gelir.

  4. Siyasi Birlik ve Dayanışma: Milliyetçilik, ulusun siyasi birliğini ve dayanışmasını vurgular. Farklı etnik, dini veya bölgesel gruplar arasındaki birlik ve beraberlik, ulusal bütünlüğün sağlanması açısından önemlidir.

  5. Ekonomik Ulusallık: Milliyetçilik, ekonomik faaliyetlerin ulusal çıkarlar doğrultusunda düzenlenmesini savunur. Yerli üretimin desteklenmesi, ekonomik bağımsızlığın sağlanması ve ulusal kaynakların korunması, bu kriterin bir parçasıdır.

  6. Yurttaşlık Bilinci ve Eğitim: Milliyetçi hareketler, yurttaşların milli bilinç ve sorumluluk sahibi bireyler olarak yetiştirilmesini amaçlar. Bu, eğitim sisteminin milliyetçi değerlerle şekillendirilmesini içerir.

Sonuç

Milliyetçilik, tarih boyunca toplumların şekillenmesinde ve gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Ulusal kimliğin korunması, bağımsızlık mücadeleleri, kültürel değerlerin yaşatılması ve ekonomik gelişim gibi alanlarda etkili olan milliyetçilik, günümüzde de önemini korumaktadır. Ancak, milliyetçiliğin aşırı ve dışlayıcı biçimleri toplumsal çatışmalara ve uluslararası gerilimlere yol açabilir. Bu nedenle, milliyetçiliğin dengeli ve kapsayıcı bir şekilde ele alınması, hem ulusal hem de küresel barış ve istikrar açısından büyük önem taşır.

Read More

Bütün Yollar Kürdistan'dan geçer

         
Tarihin derinliklerine yolculuk ettiğimizde, uygarlıkların yükselip düştüğü, kültürlerin birbirleriyle harmanlandığı ve ticaretin damar gibi yayıldığı bir coğrafyanın önemini daha iyi kavrarız. İşte bu coğrafyanın kalbinde, Kürdistan yer alır. Kürdistan, stratejik konumu sayesinde tarih boyunca birçok önemli ticaret yolunun kesişim noktası olmuş, Doğu ile Batı arasında köprü görevi görmüştür. Çin’den Roma’ya, Hindistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan geniş ticaret ağlarının düğüm noktası olarak, bu bölge sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve siyasi açıdan da büyük bir öneme sahip olmuştur. 
İpek Yolu, Kral Yolu ve Baharat Yolu gibi dünya tarihine yön veren ana ticaret yolları Kürdistan topraklarından geçerken, yerel kervan yolları da bu toprakların ticari canlılığını pekiştirmiştir. Dicle ve Fırat nehirleriyle sağlanan su yolu taşımacılığı, kervan yollarıyla birleşerek Kürdistan’ı tarihin en dinamik ticaret merkezlerinden biri haline getirmiştir. Bu yollar sayesinde sadece ticaret malları değil, fikirler, inançlar ve kültürler de taşınmış, Kürdistan, medeniyetlerin buluşma noktası olmuştur.
Bugün, tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu kadim toprakların hikayesini yeniden keşfederken, tüm yolların Kürdistan’dan geçtiğini bir kez daha hatırlıyoruz. Bu ticaret yollarının izleri, bize insanlık tarihinin ne kadar bağlı ve etkileşimde olduğunu göstermektedir. Kürdistan'ın zengin mirası, sadece fiziksel yollarla değil, aynı zamanda kültürel ve tarihsel bağlarla da dünya ile iç içe olmuştur. İşte bu nedenle, Kürdistan’ı anlamak, aslında tüm dünya tarihini ve insanlığın ortak mirasını anlamaktır
          Kürdistan, Mezopotamya, Anadolu, İran ve Kafkasya gibi medeniyetlerin kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca ticaretin önemli merkezlerinden biri olmuştur. İşte Kürdistan'daki önemli ticaret yolları hakkında bazı bilgiler.

İpek Yolu Çin'den başlayarak Orta Asya üzerinden Batı Asya'ya ve Avrupa'ya uzanan bir ticaret yoludur. Bu yol üzerinde ipek, baharat, değerli taşlar ve diğer lüks mallar taşınırdı. İpek Yolu'nun bazı kolları Kürdistan'dan geçerek bölgenin ticaret ve kültürel etkileşimde önemli rol oynamasını sağlamıştır.

Kral Yolu Pers İmparatorluğu tarafından inşa edilen Kral Yolu, Ege Denizi'ndeki Sardes şehrinden başlayarak, Mezopotamya'daki Susa'ya kadar uzanan bir ticaret yoludur. Bu yol, ticaret mallarının hızlı ve güvenli bir şekilde taşınmasını sağlamıştır. Yolun bir kısmı Kürdistan'dan geçmekteydi ve bu durum bölgeyi ticaretin merkezi haline getirmiştir.


Baharat Yolu, Hindistan ve Güneydoğu Asya'dan Akdeniz'e kadar uzanan, baharat ve diğer lüks malların taşındığı bir ticaret yoludur. Bu yolun bazı kolları Kürdistan'dan geçmekteydi ve bu sayede bölge, Doğu ile Batı arasındaki ticaretin önemli bir noktası haline gelmiştir.

Kervan Yolları birçok yerel kervan yolu mevcuttu. Bu yollar, yerel ve bölgesel ticaretin bel kemiğini oluşturuyordu. Kervanlar, bu yolları kullanarak tarım ürünleri, hayvansal ürünler, el yapımı eşyalar ve diğer malları taşırdı. Bu yolların güvenliği ve bakımı, bölgedeki ticaretin sürekliliği için kritikti.

Dicle ve Fırat Nehirleri, Kürdistan'ın önemli su yollarıdır. Bu nehirler boyunca yapılan taşımacılık, hem ticaretin kolaylaşmasını sağlamış hem de bölgedeki şehirlerin ekonomik olarak gelişmesine katkıda bulunmuştur. Nehir yolları, büyük miktarda malın hızlı ve ekonomik bir şekilde taşınmasını mümkün kılmıştır.

Bağdat Demiryolu yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen Bağdat Demiryolu, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Almanya ile işbirliği içinde gerçekleştirilmiştir. Bu demiryolu, İstanbul'dan başlayarak Bağdat'a kadar uzanmış ve ticaretin modernleşmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Kürdistan'dan geçen bu demiryolu hattı, bölgenin ekonomik yapısında büyük değişimlere neden olmuştur.

Kürdistan, tarih boyunca önemli ticaret yollarının kesişim noktasında yer alarak ticaretin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bu yollar sayesinde bölge, hem ekonomik hem de kültürel olarak zenginleşmiştir. Ticaret yollarının sağladığı bu avantajlar, Kürdistan'ın tarihsel süreçte stratejik ve ticari bir merkez olmasına neden olmuştur.
Read More

SELAHATTİN EYYUBİ

      SELAHATTİN EYYUBİ KİMDİR
Selahaddin Eyyubi, 1137 veya 1138 yılında Tikrit'te doğdu ve 4 Mart 1193'te Şam'da öldü. Asıl adı Yusuf bin Eyyub olan Selahaddin, Eyyubi Hanedanı'nın kurucusu ve ünlü İslam komutanlarından biridir. Haçlı Seferleri döneminde Kudüs'ü Haçlılardan geri almasıyla tanınır.

Gençliği ve Eğitim

Selahaddin, Kürt  bir ailenin çocuğuydu. Babası Necmeddin Eyyub ve amcası Esedüddin Şêrgoh, Zengiler Hanedanı'nın hizmetindeydi. Selahaddin, gençliğinde İslami ilimler, tarih ve edebiyat üzerine eğitim aldı. Aynı zamanda savaş sanatları konusunda da eğitildi.

Yükselişi

Selahaddin'in askeri kariyeri, amcası Şirkuh'un Mısır seferlerine katılmasıyla başladı. Şirkuh, Fatımiler'in veziri olduğunda, Selahaddin de onun yardımcısı olarak görev yaptı. Şirkuh'un 1169'da ölümü üzerine, Selahaddin Mısır'ın veziri oldu. 1171'de Fatımi Halifeliği'ne son vererek Mısır'ı Abbasi Halifeliği'ne bağladı ve Eyyubi Hanedanı'nın temellerini attı.

Kudüs'ün Fethi

Selahaddin, Zengi Hanedanı'nın hükümdarı Nureddin Mahmud Zengi'nin ölümünden sonra Suriye ve Mısır'da kontrolü ele geçirdi. 1187'de Hittin Savaşı'nda Haçlıları yenerek Kudüs'ü ele geçirdi. Kudüs'ün fethi, İslam dünyasında büyük bir zafer olarak kabul edildi ve Selahaddin'in ününü arttırdı.

Üçüncü Haçlı Seferi

Selahaddin'in Kudüs'ü fethi, Avrupa'da büyük bir yankı uyandırdı ve Üçüncü Haçlı Seferi'ne yol açtı. İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard, Fransa Kralı II. Philippe ve Kutsal Roma İmparatoru I. Friedrich Barbarossa'nın liderliğindeki Haçlılar, Selahaddin'e karşı sefer düzenledi. Uzun süren çatışmalar sonucunda 1192'de Selahaddin ile Richard arasında bir ateşkes anlaşması yapıldı. Bu anlaşma sonucunda Kudüs Müslümanların elinde kalırken, Hristiyanların şehre hac ziyareti yapmalarına izin verildi.

Ölümü ve Mirası

Selahaddin, 4 Mart 1193'te Şam'da vefat etti. Ölümü, İslam dünyasında büyük bir üzüntüyle karşılandı. Selahaddin, hem askeri başarıları hem de merhameti ve adaletiyle tanındı. O dönemde hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar arasında saygı gördü. Selahaddin'in kurduğu Eyyubi Hanedanı, onun ölümünden sonra da bir süre daha varlığını sürdürdü.

Selahaddin Eyyubi, günümüzde de İslam dünyasında ve tarih meraklıları arasında saygı ve hayranlıkla anılmaktadır. Özellikle Kudüs'ü Haçlılardan geri alması ve gösterdiği insaniyetle tarih sayfalarında önemli bir yer tutmaktadır.

Read More

Kürdistan'ın Bağımsızlığı ve Ulusal Demokratik Halk Devrimi

İlkel çağlarda artı-değerin ortaya çıkışı ile birlikte, toplumsal sınıflarda tarih sahnesine çıkmıştı. Kapitalist olmayan, henüz ‘ulus’laşma(!) evresine gelememiş olan toplumlarda, söz gelimi antik çağdaki Atina ya da Asur’lularda da sınıflar vardı… Sınıf olgusu üretim ilişkileri ile ilgilidir. Devlet olgusu sınıf gerçekliğini açıklar…. Devletin sosyalizm dışındaki tanımı da sınıf gerçekliğini kanıtlar… Kapitalistler; devlet, ‘sınıflar arasındaki çelişki’yi uzlaştırmak için gereklidir der… Sosyalistler; devlet, artı-değerin üretimi ile sınıflara bölünen, paylaşım ve işbölümünün, yerini, sömüren-sömürülen ilişkisine bıraktığı sınıflı toplumlarda egemen sınıfın ihtiyaç duyduğu bir baskı aracıdır der…. Ortak görüş sınıf gerçekliği ve sınıf çelişkilerinin varlığının kabuludur.
Read More

Akrostiş KURDİSTAN

 

Kurdistan da güneş doğuyor

Karşılaştığım ilk şey, Kürdistan’ın büyüleyici doğası ve insanlarının misafirperverliğiydi. Dağların eteklerinde uzanan köyler, antik kalıntılar ve modern şehirlerin bir arada var olduğu bu topraklar, adeta bir zaman yolculuğuna davet eder gibiydi.

Uzun yıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kürdistan, tarih boyunca önemli bir kültürel ve ticari merkez olmuştur. Her köşesi, geçmişten günümüze uzanan bir hikaye anlatır.

Renkli ve çeşitli etnik grupların barış içinde yaşadığı bu coğrafyada, Kürtler, Araplar, Türkmenler ve diğer topluluklar bir arada bulunur. Bu çeşitlilik, bölgenin kültürel dokusunu daha da zenginleştirir.

Dağlık arazisi ve doğal güzellikleri ile ünlü olan Kürdistan, doğa sporları ve ekoturizm için ideal bir yerdir. Yürüyüş yolları, dağ tırmanışları ve nehir gezileri, ziyaretçilere eşsiz deneyimler sunar.

İnsanları, geleneklerine ve kültürel miraslarına sıkı sıkıya bağlıdır. Müzik, dans ve edebiyat, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır ve nesilden nesile aktarılır.

Sanatsal faaliyetler ve el sanatları da Kürdistan’ın önemli bir parçasıdır. Halıcılık, dokumacılık ve taş işçiliği gibi geleneksel sanatlar, bölgenin ekonomik ve kültürel hayatında büyük bir rol oynar.

Tarihi eserler ve arkeolojik alanlar, Kürdistan’ın geçmişine ışık tutar. Her biri, bu toprakların zengin tarihini ve medeniyetler arası etkileşimini gözler önüne serer.

Adeta bir kültürel mozaik olan Kürdistan, hem yerli hem de yabancı turistler için keşfedilmeyi bekleyen bir cennettir. Her ziyaretçi, bu eşsiz coğrafyanın büyüsüne kapılmaktan kendini alamaz.

Nihayetinde, Kürdistan, tarihi ve kültürel zenginlikleri, doğal güzellikleri ve misafirperver insanları ile unutulmaz bir deneyim sunar. Bu topraklar, tarih boyunca olduğu gibi bugün de barış ve kardeşlik içinde yaşamaya devam ediyor.

Read More

Bir Göçertme Politikası Olarak : Yangın Çıkartmak

 

Kuzey Kürdistandaki eş zamanlı yangın felaketinin gölgesinde bir göçertme politikası olarak yangın çıkarmayı ele alalım.

Tarih boyunca, yangın çıkartmak hem bir savaş taktiği hem de bir toplumsal mühendislik aracı olarak kullanılmıştır. Bu makalede, yangın çıkartmanın göçertme politikası olarak nasıl kullanıldığını, tarihsel örnekler ve modern uygulamalar ışığında inceleyeceğiz. Yangın çıkartmanın fiziksel, psikolojik ve sosyal etkileri göz önüne alınarak, bu stratejinin neden ve nasıl uygulandığı, sonuçları ve etik boyutları anlaşılacaktır.

Tarihsel Arka Plan

Yangın çıkartma, antik çağlardan bu yana bilinen bir yöntemdir. Roma İmparatorluğu döneminde, düşman topraklarını yakarak onları yerinden etmek ve kaynaklarını yok etmek yaygın bir taktikti. Orta Çağ'da da aynı strateji, savaşların kazanılmasında kritik rol oynamıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde, yangın çıkartma stratejileri daha sofistike hale gelmiş ve modern teknolojilerle desteklenmiştir. Örneğin, II. Dünya Savaşı sırasında, Dresden ve Tokyo gibi şehirlerdeki yangın bombalaması, büyük ölçekte sivil göçüne neden olmuştur.

Yangın Çıkartmanın Stratejik Kullanımı

Yangın çıkartmak, bir bölgedeki nüfusu zorla yerinden etmek amacıyla çeşitli şekillerde kullanılabilir:

  1. Toprak ve Kaynakları Yok Etmek: Yangın, tarım arazilerini, ormanları ve diğer doğal kaynakları yok ederek, bir bölgenin yaşanabilirliğini ortadan kaldırır. Bu, insanların yaşamlarını sürdürebilmek için göç etmelerini zorunlu hale getirir.

  2. Psikolojik Baskı Oluşturmak: Yangınlar, büyük korku ve belirsizlik yaratarak insanların güvenliklerini tehdit eder. Bu durum, bireylerin ve toplulukların evlerini terk etmelerine yol açar.

  3. Düşmanı Zayıflatmak: Savaş taktiği olarak yangın çıkartmak, düşman güçlerin lojistik ve ikmal hatlarını kesmek ve moral bozmak için etkili bir yöntemdir. Bu da göç dalgalarını tetikleyebilir.

Modern Uygulamalar ve Etkiler

Modern çağda, yangın çıkartma politikalarının en bariz örneklerinden biri, bazı çatışma bölgelerinde ve etnik temizlik girişimlerinde görülmüştür. Özellikle sivil yerleşim alanlarında çıkan yangınlar, kitlesel göçlere ve insani krizlere neden olmuştur. Örneğin, 1990'larda Balkanlar'daki etnik çatışmalar sırasında, köyler ve kasabalar sistematik olarak yakılmış, bu da büyük çapta mülteci hareketlerine neden olmuştur.

Etik ve Hukuki Boyut

Yangın çıkartma, uluslararası hukuk çerçevesinde insan hakları ihlali ve savaş suçu olarak kabul edilir. Cenevre Sözleşmeleri ve diğer uluslararası anlaşmalar, sivillere yönelik kasıtlı yıkımı yasaklamaktadır. Ancak, bazı devletler ve silahlı gruplar, bu kuralları ihlal ederek yangın çıkartma stratejilerini kullanmaya devam etmektedir.

Yangın çıkartmak, göçertme politikası olarak kullanıldığında, hem fiziksel hem de psikolojik yıkıma neden olan güçlü bir araçtır. Tarih boyunca çeşitli şekillerde kullanılan bu strateji, modern çağda da farklı biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Ancak, bu tür uygulamalar, uluslararası hukuk ve insan hakları normları açısından ciddi ihlaller içerir ve bu nedenle kınanmalıdır. Toplumlar ve uluslararası kuruluşlar, bu tür stratejilere karşı daha etkili önlemler almalı ve mağdurların korunmasını sağlamalıdır.

C. ÇAGABEY

Read More

Ortadoğu Cehenneminde Kürtler Ne Yapmalı?

 

Kürtler Ne Yapmalı?

Ortadoğu, yüzyıllardır kaos, çatışma ve güç mücadeleleriyle anılan bir coğrafya. Tarih boyunca bu topraklar, büyük medeniyetlerin doğduğu ve aynı zamanda yok olduğu bir alan oldu. Günümüzde ise petrol, su ve etnik-dini çeşitlilik gibi faktörler, bölgenin sürekli bir istikrarsızlık içinde kalmasına neden oluyor. Bu çalkantılı coğrafyanın tam kalbinde yer alan Kürtler, bölgenin en büyük devletsiz halkı olarak dikkat çekiyor. Peki, bu zorlu ortamda Kürtler nasıl bir yol izlemeli?


1. Tarihten Ders Almak

Kürtler, tarih boyunca bölge güçleri arasında sıkışmış ve çoğu zaman büyük güçler tarafından kullanılmak istenmiştir. 20. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte Kürtler, bağımsızlık ya da özerklik mücadelelerinde başarısızlıkla sonuçlanan birçok girişim yaşadı. En büyük derslerden biri, dış güçlerin vaatlerine aşırı güvenmenin uzun vadede hayal kırıklığına yol açabileceğidir. Bu nedenle, Kürt liderlerinin uluslararası ilişkilerini dikkatle kurgulaması, ama nihai olarak halkın öz gücüne dayalı bir strateji geliştirmesi hayati önem taşır.


2. Bölgesel İşbirliğine Yönelmek

Ortadoğu’da Kürtlerin dört ülkeye (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) dağılmış olması, ulusal birliğin önündeki en büyük engellerden biri. Ancak bu durum, aynı zamanda Kürt halkını daha güçlü bir bölgesel aktör yapma potansiyeli taşıyor. Kürt liderler, bölgesel işbirliği kanallarını güçlendirmeli ve aralarındaki ideolojik farklılıkları bir kenara bırakarak ortak bir hedef etrafında birleşmelidir.

  • Irak Kürdistanı: Bölgenin en istikrarlı Kürt yönetimi olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY), diğer Kürt grupları için bir model olabilir. Ancak IKBY’nin iç siyasi sorunlarını çözmesi ve komşu ülkelerle dengeli ilişkiler kurması gerekiyor.
  • Türkiye ve Suriye Kürtleri: Bu iki bölge, Kürt hareketinin en dinamik ama aynı zamanda en çatışmalı alanları. Demokratik özerklik gibi yerel çözümler üzerine yoğunlaşmak, uzun vadede sürdürülebilir bir yol olabilir.

3. Eğitim ve Kültürel Kalkınmaya Öncelik Vermek

Bir halkın özgürleşmesi sadece siyasi değil, aynı zamanda kültürel ve eğitimsel kalkınmayla mümkündür. Kürt halkı, dillerini ve kültürlerini koruyarak bu alanda daha büyük bir farkındalık yaratmalıdır. Bu, hem iç dayanışmayı artıracak hem de uluslararası kamuoyunun dikkatini çekecektir.

  • Eğitim Seferberliği: Özellikle Kürt gençlerinin eğitimine yatırım yapılması, halkın uzun vadeli gücünü artıracaktır.
  • Dijital Medya ve Kültür: Kürt diasporası ve yerel halk, internetin sunduğu imkanlarla kültürlerini ve davalarını uluslararası arenada daha görünür kılabilir.

4. Siyasi ve Askeri Dengeler

Ortadoğu’da silahlı mücadele, bazı durumlarda Kürt hareketlerinin meşruiyet kazanmasına katkıda bulunmuş olsa da, bu stratejinin sınırları vardır. Siyasi kazanımları kurumsallaştırmak ve müzakere masasında yer almak, kalıcı çözümler için gereklidir. Aynı zamanda Kürtlerin, bölge ülkeleriyle çatışmaktan çok uzlaşı ve işbirliği yollarını araması faydalı olacaktır.


5. Uluslararası İlişkilerde Akılcı Politikalar

Kürtlerin en büyük şanssızlığı, uluslararası toplumun bölgedeki çıkarlarını kendi kaderlerinden daha önde tutmasıdır. Ancak bu durum, Kürtlerin diplomasi ve lobi faaliyetlerinde daha etkin bir rol oynamasını zorunlu kılıyor. Kürtler, ABD, Avrupa Birliği ve diğer küresel güçlerle ilişkilerini geliştirirken, aynı zamanda komşu ülkelerle de diyalog kanallarını açık tutmalıdır.



Ortadoğu cehenneminde Kürtler için bir gelecek inşa etmek kolay olmayacak. Ancak güçlü bir ulusal birlik, eğitim ve kültüre verilen önem, siyasi ve askeri dengeleri doğru yönetme kabiliyeti ve uluslararası ilişkilerdeki akılcı bir strateji ile bu zorlu coğrafyada anlamlı kazanımlar elde edilebilir. Kürt halkının, tarihinden ders çıkararak, kendi öz gücüne ve dayanışmasına dayalı bir gelecek inşa etmesi, uzun vadede en sağlam yol olacaktır.

Read More

Med Aşiret Konfederasyonu


Med İmparatorluğu, MÖ 7. yüzyılda günümüz İran topraklarında kurulan ve Pers İmparatorluğu'nun temellerini atan önemli bir siyasi yapıdır. Medler, Hint-Avrupa kökenli bir halk olarak bilinir ve farklı aşiretlerin birleşmesiyle güçlü bir konfederasyon oluşturmuşlardır. Bu yazıda, Med İmparatorluğu'nun nasıl kurulduğunu, aşiretlerin nasıl birleştiğini ve imparatorluğun nasıl yükseldiğini inceleyeceğiz.

Tarihi Bağlam

Medler, MÖ 1000 yıllarında İran platosuna göç eden ve burada yerleşik düzene geçen bir topluluk olarak bilinmektedir. Asur İmparatorluğu'nun baskısı altında yaşayan Medler, zamanla organize olarak bağımsızlık mücadelesine girişmişlerdir. Bu süreçte, aşiretler arası dayanışma ve iş birliği büyük önem taşımıştır .

Med İmparatorluğu'nun ilk kralı olarak kabul edilen Deioces, tarihi kaynaklarda farklı isimlerle anılmaktadır: Deiokes (Δηιόκης) Yunanca, Daiukku Asurca ve Dahyuka Farsça telaffuzları bunlardan bazılarıdır. Medler, günümüz İran topraklarında ve özellikle İran Kürdistanı'nda yaşayan bir etnik grup olarak bilinmektedir. Deioces, altı Medyan kabilesini birleştirerek bu konfederasyonun ilk lideri olmuştur. 

Deioces'in İktidara Yükselişi

Herodot'un Tarih eserinde anlatıldığına göre, Deioces'in iktidara yükselişi ilginç bir şekilde başlamıştır. Medler, uzun süren iç savaşlar ve Asur baskısı altında kaotik bir dönemden geçmekteydi. Bu dönemde, Deioces adil yönetimi ve bilge kararlarıyla dikkat çekmiş ve halk arasında büyük saygı kazanmıştır.


Altı Medyan Kabilesi

Med konfederasyonu, farklı aşiretlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu aşiretler arasında en güçlü ve etkili olanları:

  1. Busealar: Savaşçı özellikleriyle bilinen bir kabile.
  2. Paretacenliler: Ekonomik ve ticari gücüyle öne çıkan bir kabile.
  3. Struchates: Kültürel liderlikleri ve dini etkileriyle tanınan bir kabile.
  4. Arizantlar: Ekonomik faaliyetleriyle bilinen bir kabile.
  5. Budianlar: Sosyal ve kültürel yapılarıyla dikkat çeken bir kabile.
  6. Magi: Dini liderlikleri ve rahiplik görevleriyle ünlü bir kabile .

Kuruluş Süreci

Med İmparatorluğu'nun kuruluş süreci, Asur İmparatorluğu'na karşı verilen bağımsızlık mücadelesiyle başlamıştır. Bu süreçte, Med aşiretleri Asur İmparatorluğu'nun zayıflamasını fırsat bilerek isyan etmişler ve başarılı bir şekilde bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Medler'in ilk önemli lideri Deioces'tir. Deioces, MÖ 700'lü yıllarda Med aşiretlerini birleştirmiş ve merkezi bir otorite kurmuştur .

Deioces'in ardından oğlu Phraortes, Med İmparatorluğu'nu daha da güçlendirmiş ve komşu halkları itaat altına almıştır. Phraortes'in ölümünden sonra tahta geçen Kyaxares (Keyhüsrev), Med İmparatorluğu'nun en parlak dönemini başlatmıştır. Kyaxares, Asur İmparatorluğu'na son darbeyi vuran lider olarak bilinir ve imparatorluğun sınırlarını genişletmiştir .


Yükseliş Dönemi

Kyaxares döneminde, Med İmparatorluğu Asur İmparatorluğu'nu tamamen yenerek Mezopotamya'da büyük bir güç haline gelmiştir. Kyaxares'in askeri reformları, orduyu güçlendirmiş ve merkezi otoriteyi sağlamlaştırmıştır. Ayrıca, Lidya Krallığı ile yapılan anlaşma ve Babil ile kurulan ittifaklar, Med İmparatorluğu'nun siyasi gücünü pekiştirmiştir .

Med İmparatorluğu'nun yükselişindeki bir diğer önemli faktör, zengin doğal kaynaklara sahip olmasıdır. İran platosunun verimli toprakları ve ticaret yollarının kontrolü, ekonomik olarak imparatorluğun güçlenmesine katkıda bulunmuştur.

Med İmparatorluğu, aşiret konfederasyonu olarak başlayan ve zamanla güçlü bir merkezi otoriteye dönüşen bir yapıya sahiptir. Med aşiretlerinin dayanışması, Asur İmparatorluğu'na karşı verilen bağımsızlık mücadelesi ve Kyaxares'in askeri ve siyasi liderliği, Med İmparatorluğu'nun kuruluşu ve yükselişindeki ana unsurlardır. 

Kaynakça

  1. Curtis, V. S., & Stewart, S. (2007). The Age of the Medes. I.B. Tauris.
  2. Briant, P. (2002). From Cyrus to Alexander: A History of the Persian Empire. Eisenbrauns.
  3. Dandamayev, M. A., & Lukonin, V. G. (1989). The Culture and Social Institutions of Ancient Iran. Cambridge University Press.
  4. Herodotus. Histories.
  5. Roaf, M. (1990). Cultural Atlas of Mesopotamia and the Ancient Near East. Equinox.
  6. Waters, M. (2014). Ancient Persia: A Concise History of the Achaemenid Empire, 550-330 BCE. Cambridge University Press.
Read More

3. Dünya Savaşı Sonrası Ortadoğu'nun Durumu

 

Üçüncü Dünya Savaşı, küresel dengeleri ve sınırları yeniden şekillendirerek Ortadoğu'yu da derinden etkileyen bir çatışma oldu. Bu savaş, mevcut siyasi yapıları altüst ederken yeni güç dengeleri ve sınırlar ortaya çıkardı. Ortadoğu, tarih boyunca olduğu gibi, bu savaşın ardından da jeopolitik mücadelelerin merkezinde yer aldı. Savaş sonrası Ortadoğu’nun durumu ve yeni sınırları, çeşitli etmenlerin etkisiyle şekillendi.

Jeopolitik ve Stratejik Değişiklikler

Savaş, bölgedeki mevcut güç yapılarını önemli ölçüde zayıflattı. Suudi Arabistan, İran, Türkiye, Irak ve Suriye gibi ülkeler savaşın yıkıcı etkileriyle mücadele ederken mevcut sınırlarını koruyamadı, dış güçler de bölgedeki nüfuzlarını artırma çabası içine girdiler. Özellikle Çin ve Rusya, Ortadoğu’daki stratejik noktaları kontrol altına almak için yoğun bir diplomatik ve askeri çaba sarf ettiler.

Bölgedeki enerji kaynakları üzerindeki kontrol, yeni sınırların ve güç dengelerinin belirlenmesinde kritik bir rol oynadı. Üçüncü Dünya Savaşı sonrasında, petrol ve doğalgaz yatakları üzerindeki hakimiyet mücadelesi, ülkeler arasında yeni sınır anlaşmazlıklarına yol açtı. Bu durum, bölgedeki tansiyonu sürekli yüksek tutan bir faktör olmaya devam etti.

Yeni Sınırlar

Savaş sonrasında, mevcut devlet sınırları önemli ölçüde değişti. Çeşitli etnik ve dini grupların kendi özerkliklerini ilan etmeleri, bölgede yeni devletlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Kürdistan, bağımsızlığını ilan ederek bölgedeki haritanın yeniden çizilmesinde önemli bir rol oynadı. Benzer şekilde, Şii ve Sünni bölgeler arasında yaşanan yoğun çatışmalar sonucunda, Irak ve Suriye gibi ülkelerde yeni dinsel özerk bölgeler kuruldu.

Yeni sınırların belirlenmesinde, uluslararası toplumun müdahalesi de etkili oldu. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası örgütler, bölgedeki barışı tesis etmek amacıyla yeni sınır düzenlemeleri konusunda arabuluculuk yaptı. Ancak bu müdahaleler, her zaman istenilen sonuçları vermedi ve bölgedeki gerilimlerin sürmesine neden oldu.

Sosyal ve Ekonomik Etkiler

Üçüncü Dünya Savaşı, Ortadoğu'nun sosyo-ekonomik yapısını da derinden sarstı. Milyonlarca insan, yerinden edilerek mülteci durumuna düştü. Bu durum, hem bölge ülkelerinde hem de uluslararası toplumda büyük bir insani kriz yarattı. Ayrıca, savaşın getirdiği yıkım, bölge ekonomilerini de olumsuz etkiledi. Petrol ve doğalgaz üretiminde yaşanan kesintiler, küresel enerji piyasalarını sarstı ve bölgedeki ekonomik istikrarı tehlikeye attı.

Savaş sonrası yeniden yapılanma süreci, uzun vadeli ve kapsamlı bir çaba gerektirdi. Uluslararası yardımlar ve yeniden inşa projeleri, bölge ekonomilerinin toparlanmasında önemli bir rol oynadı. Ancak bu süreç, sık sık yaşanan siyasi ve askeri gerilimler nedeniyle kesintiye uğradı ve istenilen hızda ilerleyemedi.

Kültürel ve Etnik Dinamikler

Savaş, Ortadoğu’nun zengin kültürel ve etnik dokusunu da derinden etkiledi. Farklı etnik ve dini gruplar arasındaki çatışmalar, toplumsal barışı tehdit etti ve bölgedeki hoşgörü ortamını zedeledi. Yeni sınırların belirlenmesi sürecinde, bu grupların taleplerine ve hassasiyetlerine yeterince dikkat edilmemesi, uzun vadeli barışın sağlanmasını zorlaştırdı.

Sonuç olarak, Üçüncü Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu, jeopolitik, ekonomik ve sosyal açıdan büyük değişimlere sahne oldu. Yeni sınırlar ve güç dengeleri, bölgenin geleceğini şekillendirmeye devam ederken, barış ve istikrarın sağlanması için uluslararası iş birliği ve yerel dinamiklerin dikkate alınması büyük önem taşıyor. Bu süreçte, bölgedeki aktörlerin ve uluslararası toplumun sorumlu ve sürdürülebilir politikalar geliştirmesi, Ortadoğu'nun kalıcı bir barışa kavuşması için kritik bir öneme sahip.


Read More

ÖMER HAYYAM


HAYYAM (Ebul Feth Ömer bin İbrahim; Ömer Hayyam da denir), İranlı şair ve bilgin (Nişapur 1044.ay.y 1123/1136). Hayatı, gençlik yılları kesinlikle bilinmiyor. Elde bulunan eserlerinden, hayatıyla ilgili olayları anlatan bazı kitaplardan, mantık, felsefe, matematik ve astronomi konularında çalıştığı, bu alanlarda düzenli bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Hayyam (”Çadırcı”) takma adını, atalarının çadırcılık yapmaları yüzünden aldığı söylenir.
Ömer Hayyam, dünyada en tanınmış şairdir, desek yeridir. Âlimliği de şairliği ile şöhrette eş değerdir. Matematik ve astronomide bugünkü ilmin temellerini atan bilginlerden biridir aynı zamanda. Hayyam edebiyat sahasında sadece rubaî bırakmıştır bize. Rubaîleri dünyevi olduğu kadar, uhrevîdir de Rubaîler dörtlükler hâlinde yazılar ve her dörtlük bir hüküm mesabesindedir. Hayatın felsefesini bu dörtlüklerde buluruz. Dünyada en güçlü rubaî yazarı olarak karşımıza çıkan Hayyam, herkesin okuduğu bir edebi kişiliktir. Dolayısıyla kültür dairesinden medeniyete ulaşan halkaların en güçlülerinden olmak itibarıyla da ayrı bir yeri vardır. Onun dörtlükleriyle hayatı anlamaya çalışanlar aynı düzlemde buluşarak, ortak değerler kazanmışlardır. Hayyama kimi Türk demiştir, kimi Fars Şiirlerini Farsça yazmıştır. İster Türk olsun ister Fars. İster Farsça yazsın ister başka dille O insanlığa yaşadığı çevrenin edebiyat diliyle ulaşmıştır.
 Hayyam, zamanında daha çok bilgin olarak ün kazandı. İran’ın, Selçuklular yönetiminde olduğu bir çağda yetişen Hayyam, Horasan ülkesindeki büyük şehirleri, Belh, Buhara ve Merv gibi bilim merkezlerini gezdi, birara Bağdat’a da gitti. Zamanının hükümdarlarından, özellikle selçuklu sultanı Melikşak ve Karahanlılardan Şemsülmülk’ten büyük yakınlık gördü. Saraylarında, meclislerinde bulundu. Reşidüddin’in “Cami-üt-Tevarih” adlı eserinde anlattığına göre Nizamülmülk ve Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile okul arkadaşıydılar.Hayyam,Hasan sabbah ve Nizamülmülk'ün arkadaşlığını anlatan ve  yüzyıllardır yinelenen ve halkın, hoşuna gittiği için vazgeçemediği,  düzeltilmesine kıyamadığı öykü şudur:
Her üçü de okulda öğrenimleri sırasında söz verirler: “Hangimiz yükselirsek, birbirimizi koruyalım!” Nizamülmülk  vezir olur. Hasan Sabbah’la Hayyam’a görev vermek ister. Hayyam, küçük bir maaşla yetinir. Hasan Sabbah sarayda görev alır. Hasan Sabbah’la Hayyam gerçi yakın yaşlardadır, ama vezir Nizamülmülk'le yaşıt olmaları için her birinin yüz yirmi yaşına kadar yaşamaları gerekirdi. Bu ise, olanak dışı olmamakla birlikte uzak bir ihtimaldır. Ama halk hayal dünyasında hala öyküyü bu haliyle sürdürüp duruyor.Oysa bu halk hikayesinde geçen olayda olduğu gibi Reşidüddin’in “Cami-üt- tevarih''adlı eserde verdiği bilginin gerçek olma ihtimali yoktur.çünkü Hayyam’ın Nızam’ül-Mülk ve Hasan Sabbah ile ders arkadaşı olduğu hakkındaki rivayet, tamamıyla uydurmadır. Nızam’ül-Mülk 408’de (1017) doğmuş, 485’te (1092) bir Batıni tarafından öldürülmüştür. Hasan Sabbah Elemut’u 483 (1090 - 1091) ele geçirmiş, 518’de (1124) ölmüştür.
 Gerek Hayyam’ın zamanında, gerek sonraki çağlarda yazılan kaynaklarda çağının bütün bilgilerini edindiği, o alanlarda derin tartışmalara girdiği, fıkıh, ilahiyat, kıraat, edebiyat, tarih, fizik ve astronomi okuttuğu yazılıdır. Ebu’l Hasan Ali El-Beyhaki onun çok bilgili bir kimse olduğunu, fakat müderrislik hayatının pek başarılı olmadığını bildirir. Ayrıca Zemahşeri ile uzun boylu tartışmalara giriştiğini, onun derslerine bile devam ettiğini, Zemahşeri’yi, bilgi bakımından beğendiğini yazar.
 Hayyam’ın fizik, metafizik, matematik, astronomi ve şiir konularında değişik eserleri vardır. Bunlar arasında İbni sina’nın Temcid (Yücelme) adlı eserinin yorum ve tercümesi de yer alır. Zamanında, bir bilgin olarak ün kazanan Ömer Hayyam’ın edebiyat tarihindeki yerini sağlayan, sonraki yüzyılarda da doğu islam dünyasının en büyük şairlerinden biri olarak anılmasına yolaçan Rubaiyat’ıdır (Dörtlükler).
Aslında ömer hayyam ismini yazdığı rubailerle günümüze kadar taşımıştır.Onu bu çağda gizemli kılan önemli farklardan biride şarap şairi olarak bilinmesine neden olan şarap ile ilgili rubaileridir.

      Ömer Hayyam, iran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusu sayılır. Sonraları aralarına başkalarının eserleri de karışan bu rubailer iki yüz kadardır. Hayyam, oldukça kolay anlaşılan, yumuşak, akıcı, açık ve seçik bir dil kullanır. Şiirlerinde gerçekçidir. Yaşadıkları, gördüklerini, çevresinden, zamanın gidişinden aldığı izlenimleri yapmacığa kapılmaksızın, olduğu gibi dile getirir. Ona göre, gerçek olan yaşanandır, dünyanın ötesinde ikinci bir dünya yoktur. İnsan, yaşadıkça gerçektir, gerçek ise yaşanandır. En şaşmaz ölçü akıl ve sağduyudur. İnsan bir akıl varlığıdır. Gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşılabilir.
      Onun şiirinde zamanın haksızlıkları, softalıkları, akıl almaz saçmalıkları ince, alaylı, iğneleyici bir dille yerilir. Dörtlüklerinin konusu aşk, şarap, dünya, insan hayatı, yaşama sevinci, içinde bulunduğumuz geçici dünyanın tadını çıkarma gibi insanla sıkı bir bağlantı içinde bulunan gerçek eylem ve davranışlardır. Şiirlerinde işlediği konulara, çok yönlü felsefe açısından bakar. Aşk, sevinç, hayatın tadını çıkarma, Hayyam’a göre vazgeçilmez insan duygularıdır, insan hayatının ana dokusu bunlarla örülüdür. Bazı dörtlüklerinde filozofça derin bir sezgi, açık ve seçik bir insan severlik duygusu, gösterişten, aşırılıktan uzak bir yaşama anlayışı görülür.
KİM DEMİŞ HARRAMI BİLMEZ HAYYAM
BEN HELAL İLE HARAMI KARIŞTIRMAM
SENİN İLE İÇTİĞİM ŞARAP HELALDİR
SENSİZ İÇTİĞİM SU BİLE HARRAM...
Hayyam kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiş, rubai alanında tek örnek olarak benimsenmiştir. Batı ülkelerinde adına bir çok dernek kurulmuş, rubaileri bütün batı dillerine, bu arada birçok defa Türkçeye Rubaiyat-i Hayyam, Hayyam’ın Rubaileri, Ömer Hayyam ve Rubaileri, Dörtlükler adı altında tercüme edilmiştir.


KAYNAKÇA
nergizhan dileklen(ömer hayyam)ilgi yayınları 2010-2011
harold lamb          (ömer hayyam)kaknüs yayınları 2010-2011
tahir galib seratlı   (ömer hayyam) kastaş yay.   2006
Abdülbaki Gölpınarlı; Hayyam ve Rubaileri inkılap kitap evi 2006
 Rüştü Şardağ; Bütün Yönleriyle Hayyam Rubaileri,özgür yayınları 2005

Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Read More

Kurdistan'a Sor - Kızıl Kürdistan - Kurdistan Rouge

 

Kızıl Kürdistan, Sovyetler Birliği'nin erken dönemlerinde, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (Azerbaycan SSC) içinde kurulan bir idari bölgeydi. 7 Temmuz 1923'te kurulan Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi, esas olarak Kürt nüfusun yoğun olduğu alanları kapsıyordu. Bölgenin kurulmasının temel amacı, Kürt halkının Sovyetler Birliği'nin politikalarına uygun bir şekilde yönetilmesi ve entegrasyonunu sağlamaktı.

Coğrafi Konum ve Demografi

Kızıl Kürdistan, günümüz Azerbaycan'ının batısında, Karabağ bölgesinde yer alıyordu. Başlıca yerleşim birimleri arasında Laçin, Kelbecer, Kubatlı ve Zengilan gibi şehirler bulunmaktaydı. Bölge, çoğunlukla Kürt nüfusun yanı sıra Azeri ve Ermeni topluluklarına da ev sahipliği yapıyordu.

Politik ve Sosyal Yapı

Sovyetler Birliği'nin "halkların kendi kaderini tayin hakkı" ilkesi doğrultusunda kurulan Kızıl Kürdistan, Kürt kültürünün ve dilinin korunmasına yönelik bazı politikalar uygulamaktaydı. Kürtçe eğitim ve yayınlar teşvik edilmiş, Kürtlerin kendi yerel yönetimlerinde söz sahibi olmaları sağlanmıştı. Ancak bu uygulamalar, Sovyetler Birliği'nin genel politikaları doğrultusunda sıkı bir kontrol altında yürütülmekteydi.


Kızıl Kürdistan'ın Dağıtılması

1930'larda, Sovyetler Birliği'nin merkezi hükümeti tarafından yürütülen politikalar neticesinde Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi dağıtıldı. Bölgede yaşayan Kürt nüfus, çeşitli nedenlerle başka bölgelere göç etmeye zorlandı. Bu dönemde yaşanan siyasi baskılar ve demografik değişiklikler, Kızıl Kürdistan'ın tarih sahnesinden silinmesine yol açtı.

Modern Dönem ve Miras

Kızıl Kürdistan'ın dağıtılmasından sonra bölgedeki Kürt nüfusu, Azerbaycan ve Ermenistan'ın farklı bölgelerine dağılmıştır. Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve ardından gelen siyasi değişiklikler, bölgedeki Kürtlerin durumunu daha da karmaşık hale getirmiştir. Günümüzde Kızıl Kürdistan'ın mirası, Kürt halkının tarihindeki önemli bir bölüm olarak anılmakta ve çeşitli akademik çalışmalara konu olmaktadır.

Kızıl Kürdistan, Sovyetler Birliği'nin etnik ve kültürel politikalarının bir yansıması olarak, Kürt halkının tarihindeki önemli bir dönemi temsil etmektedir. Kuruluşu ve dağıtılışı, dönemin politik dinamikleri ve Sovyetler Birliği'nin stratejik yaklaşımları çerçevesinde değerlendirildiğinde, Kızıl Kürdistan, Kürtlerin tarihi ve kültürel kimlikleri açısından önemli bir yer tutmaktadır. Bu bölgenin tarihi, Sovyetler Birliği'nin etnik azınlıklara yönelik politikalarının anlaşılması açısından da önemli bir örnektir.

Read More

İnsan Derisinden Yapılmış 10 Nesne

 

Deri şu anda da bir sürü endüstride kullanılmakta. Özellikle moda endüstrisinde deri çok büyük önem taşıyor. Dönem dönem ise bu derilerin yerini insan derisi almış. İşte insan derisinin kullanıldığı 10 şey.

Read More

Kürdistanda soyu tükenen canlılar

''Kurdistan coğrafyasında yaşamış ve soyu tükenmiş yabani hayvanlar'' Diyarbakırda öldürülen Leopar ile birlikte Kürt hayvanseverlerin ilgisini tekrar bu konuya çekti, Mezopotamya coğrafyasının dağlık yapısı tarih boyunca bir çok yabani hayvan türüne barınak olmuştur.
 Kürt coğrafyası yabani hayvan türlerinin beslenmesi ve barınması için çok elverişli bir bölge olduğu kesindir, Kürdistan coğrafyasındaki zengin bitki örtüsü ve su kaynakları bir çok yabani hayvan sürüsünün buraları kendilerine yaşam alanı olarak seçmesine neden olmuştur.
 Kürdistanda evcilleşitirilen Koyun, Keçi, Sığır, Manda, At, Eşek, Domuz gibi hayvanların dışında bölgede yaşamış bazı yabani hayvan türleri şunlardır, Kurt, Sırtlan, Siyah Ayı, Boz Ayı, Domuz, Tilki, Kunduz, Çakal, Leopar, Kurdistan Aslanı, Kaplan, Çıta, Toy Kuşu, Tarla Kuşu, Bıldırcın, Leylek, Tavus Kuşu, Keklik, Kınalı Keklik, Güvercin, Kartal, Akbaba, Kaplumbağa, Kertenkele, Yılan bunların dışında göl ve nehirlerdeki Alabalık, Sazan, Kör balık gibi bir çok hayvan için Kurdistan bölgesi üreme ve çoğalma alanı olmuştur.

 Arkeolojik çalışmalarda bulunan Asur ve Kürtlere ait tablet ile çömleklerde resmedilen figürlere bakıldığında M.Ö. 100. yıllarına kadar Kürdistanda Fil avının yapıldığı görülmektedir, ayrıca bu kabartmalar Deve kuşununda bu bölgede yaşadığını göstermektedir.
Asur Kralı I.Tiglathpileser ( M.Ö. 1114 -1076 ) yaşamını anlatan kitabelerde çıktığı bir av'da dört yaban sığırı, on fil ve 920 Aslan öldürdüğü beyan etmektedir, Kürdistan'da yaşayan hayvan türlerinden bir çoğunun günümüzde soyu tükenmiştir. Kürdistan dağlarında halen nadirde olsa görülen bazı hayvan türleri ise şunlardır, Çakal, Tilki, Sırtlan, Domuz, Karaca, Geyik, Ceylan, Dağ keçisi, Dağ koyunu, Gaza tavşanı ve bir çok yırtıcı kuş türüne rastlanılmaktadır. Soyu tükenmeye yakın olduğundan koruma altına alınan Telli Turnalarda günümüzde yaz aylarında Bulanık ovası Murat nehri kıyılarında yaşamaktadır.
Read More

Kürtlerin Tarihsel Kökenleri ve Antik Halklarla İlişkisi


Kürtlerin kökeni ve tarihi, Orta Doğu'nun karmaşık ve zengin tarihî dokusunun önemli bir parçasını oluşturur. Kürtlerin, antik Cardukia, Kardu, Gutti, Huri ve Med halklarının torunları olduğuna dair çeşitli teoriler öne sürülmüştür. Bu teorilerin dayanak noktalarını tarihsel belgeler ve arkeolojik bulgular üzerinden inceleyebiliriz.

Cardukia ve Kardu

Cardukia (veya Karduene) bölgesi, bugünkü Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzeybatı İran’ı kapsayan bir coğrafi alanı ifade eder. Xenophon’un Anabasis adlı eserinde, M.Ö. 4. yüzyılda Karduk halkından bahsedilmektedir. Xenophon, on bin Yunan askeriyle Pers İmparatorluğu'ndan geri çekilirken, Kardukların yaşadığı bu bölgede zor bir geçiş yaptıklarını anlatır . hatırı sayılır bazı önemli tarihçiler, Kürtlerin kökeninin  Karduklara dayandığını öne sürerler.

Guttiler 

Guttiler, M.Ö. 3. binyılda Zagros Dağları civarında yaşamış bir halktır. Sümer yazıtlarında adı geçen Guttiler, Sümer ve Akad topraklarına saldırılar düzenlemişler ve bir süre Sümerler üzerinde hakimiyet kurmuşlardır . Guttilerin kökeni konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Kürtlerin bu halkın torunları olabileceği ileri sürülmüştür.

Huriler

Huriler, M.Ö. 3. ve 2. binyıllarda Anadolu, Kuzey Mezopotamya ve Suriye'nin bazı bölgelerinde yaşamış bir halktır. Huriler, Urartu Krallığı ve Mitanni Krallığı gibi önemli devletler kurmuşlardır. Hurilerin dili ve kültürü, Kürtlerin atalarından biri olabileceğini düşündürmektedir .

Medler

Medler, M.Ö. 7. yüzyılda bugünkü İran’ın batısında güçlü bir imparatorluk kurmuş olan bir İran halkıdır. Medler, Pers İmparatorluğu'nun temellerini atan halklardan biri olarak kabul edilir. Herodot'un eserlerinde Medlerin, Persler ve diğer İranî halklarla akraba olduğu belirtilir . Kürtlerin, Medlerin torunları olabileceği fikri, dilsel ve kültürel benzerliklerden kaynaklanmaktadır.

Akademik Çalışmalar ve Kanıtlar

Bu iddiaları destekleyen veya çürüten akademik çalışmalar ve tarihsel belgeler bulunmaktadır. Kürtlerin, bu antik halkların devamı olup olmadığı konusunda kesin bir sonuca varmak zor olsa da, bazı kanıtlar mevcuttur:

  1. Dil Bilimi: Kürtçe, Hint-Avrupa dil ailesinin İranî dilleri grubuna aittir. Medce ile Kürtçe arasındaki dilsel benzerlikler, Kürtlerin Medlerin torunları olabileceğini düşündürmektedir .
  2. Arkeolojik Bulgular: Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bulunan arkeolojik kalıntılar, Huriler ve Medler gibi antik halklarla kültürel bağlantılar göstermektedir .
  3. Tarihsel Belgeler: Eski Yunan, Sümer ve Asur kaynakları, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada antik halkların varlığını belgelemektedir. Bu belgeler, Kürtlerin tarihsel kökenlerinin izini sürmek için önemli ipuçları sunar .

Kürtlerin, antik Cardukia, Kardu, Gutti, Huri ve Med halklarının devamı olup olmadığı konusunda kesin bir yargıya varmak zor olsa da, tarihsel, dilsel ve arkeolojik kanıtlar bu bağlantıyı destekler niteliktedir. Kürtlerin kökenine dair daha derinlemesine araştırmalar, bu konuda daha net sonuçlara ulaşmamızı sağlayabilir.


Kaynakça

  1. Xenophon, Anabasis. (M.Ö. 4. yüzyıl)
  2. Xenophon hakkında modern araştırmalar
  3. Sümer ve Akad yazıtları
  4. Guttiler üzerine akademik çalışmalar
  5. Huriler ve Urartu Krallığı arkeolojik bulguları
  6. Huriler üzerine yapılan dilsel çalışmalar
  7. Herodot, Tarih. (M.Ö. 5. yüzyıl)
  8. Medler üzerine yapılan arkeolojik ve tarihsel araştırmalar
  9. Hint-Avrupa dilleri ve Kürtçe üzerine dilbilim çalışmaları
  10. Kürt bölgelerindeki arkeolojik bulgular
  11. Eski Yunan ve Sümer kaynakları
  12. Asur ve Babil belgeleri

Bu kaynaklar, Kürtlerin tarihsel kökenine dair daha fazla bilgi ve belge sunmaktadır. Kürtlerin kökeni ve tarihine dair daha derinlemesine çalışmalar, bu antik halklarla bağlantılarını daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Read More

İçinden geçenleri insan herşeye rağmen söylemeli...


Herşeye rağmen insan doğru bildiğini ve içinden gelenleri söylemeli Gerçi tarih sahnesine geri dönücek olursak, içinden geçen herşeyi dürüsçe ve dosdoğru söyliyen insanların ya zindanlara atıldığını,ya sürüldüğünü ya öldürüldüğünü görürüz, ama siz yinede doğru bildiğinizi söylemekten vazgeçmeyin Olaki yine afaroz ediliceksiniz, Olaki yine belki toplum dışına itiliceksiniz, Olaki en yakınlarınız bile,bazen size yüz çeviricek Olsun,siz kendi kendinizden yüz çevirmedikten sonra isterse bütün dünya size sırtını dönsün, çünkü bi insanın kaybediceğe en büyük değer, kendi kendine olan sevgisi ve ihtimamıdır.
Read More

Felsefe Nedir?


 Felsefe, en temel anlamıyla, insanın kendisini, evreni ve yaşamı anlama çabasıdır. Antik Yunanca kökenli bir kelime olan philosophia, "bilgelik sevgisi" anlamına gelir. Bu sevgi, sadece bilmekle yetinmeyip, derinlemesine sorgulamayı, kavramları analiz etmeyi ve varlık, bilgi, etik gibi temel konulara dair düşünmeyi gerektirir. Felsefe, insanın dünyayı ve kendisini anlamak için geliştirdiği en eski ve en köklü disiplinlerden biridir.

Felsefenin Amacı

Felsefenin temel amacı, sorular sormaktır. Ancak bu sorular, sıradan değil, çoğu zaman derin, evrensel ve bazen de çözümü zor olan sorulardır:

  • Varlık nedir? (Metafizik)
  • Bilgi nedir ve nasıl elde edilir? (Epistemoloji)
  • İyi ve kötü nedir? İnsan nasıl davranmalı? (Etik)
  • Güzellik nedir? Sanatın anlamı nedir? (Estetik)
  • Toplum nasıl düzenlenmeli? Adalet nedir? (Politik Felsefe)

Felsefe, bu sorulara kesin cevaplar vermekten çok, onları tartışmaya açar. Çünkü felsefede önemli olan, sonuca ulaşmak kadar süreci anlamaktır. Bu süreç, bireyin düşünme yetisini geliştirir ve onu daha eleştirel bir bakış açısına sahip kılar.


Felsefenin Dalları

Felsefe, tarih boyunca farklı dallara ayrılmıştır. Bu dallar, insanların dünyayı ve yaşamı anlamlandırma çabasının farklı yönlerini temsil eder:

  1. Metafizik: Gerçekliğin temel yapısını inceler. "Varlık nedir?" sorusuna cevap arar.
  2. Epistemoloji: Bilginin doğasını ve sınırlarını sorgular. "Bildiğimizi nasıl bilebiliriz?" sorusuna odaklanır.
  3. Etik: Doğru ve yanlış kavramlarını, insan davranışlarının ahlaki temellerini inceler.
  4. Estetik: Sanat, güzellik ve zevk gibi kavramları tartışır.
  5. Mantık: Doğru düşünme ilkelerini analiz eder ve akıl yürütmenin yapısını ele alır.
  6. Politik Felsefe: Adalet, özgürlük ve toplum düzeni gibi konuları araştırır.

Felsefenin Önemi

Felsefe, insana sadece düşünme becerisi kazandırmaz; aynı zamanda hayatın anlamını sorgulama ve kendi varoluşuna dair bir farkındalık geliştirme imkânı sunar. Günlük yaşamda karşılaştığımız etik sorunlar, sosyal adaletsizlikler, bilgiye dair şüpheler veya teknolojinin etik boyutları gibi birçok mesele, felsefi bir bakış açısı gerektirir.

Örneğin, "Yapay zekâ insanlığın geleceğini nasıl etkiler?" sorusu sadece bir bilim ya da teknoloji sorunu değildir; aynı zamanda etik, epistemolojik ve metafizik bir sorundur. Felsefe, bu tür karmaşık soruları anlamamıza ve onları tartışmamıza yardımcı olur.


Felsefe Herkes İçindir

Felsefe, yalnızca akademisyenlere veya filozoflara özgü bir uğraş değildir. Her insan, yaşamı boyunca, felsefi bir sorgulamanın içine girer. Çocukların "Neden?" sorusuyla başlayan merakı, insanın doğasındaki filozofça düşünme eğiliminin bir göstergesidir. Felsefe, bu merakın devam ettirilmesi ve derinleştirilmesi için bir araçtır.

Felsefe, insanın kendini ve çevresini anlamaya yönelik bitmek bilmeyen bir çabasıdır. Bu çaba, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük bir değer taşır. İnsanlığın ilerlemesi, çoğu zaman, felsefenin sunduğu eleştirel bakış açısına ve derin düşünme yetisine bağlıdır. Bu yüzden felsefe, geçmişten günümüze, her zaman önemli ve vazgeçilmez bir disiplin olmuştur.

Felsefe yapmaya başlamak için, bir soru sormak ve o sorunun peşine düşmek yeterlidir. "Felsefe nedir?" sorusu bile, bu yolculuğun ilk adımıdır.

Read More

Birbirine Bağlı Dünyamızda Evrenselliği ve Küreselciliği Keşfetmek

 

Giderek birbirine bağlanan bir dünyada, evrensellik ve küreselcilik kavramları, farklı kültürel, politik ve ekonomik ortamlar arasındaki insan etkileşimlerini anlamak için önemli çerçeveler olarak ortaya çıkıyor. Evrensellik, belirli değer ve hakların coğrafi ve kültürel sınırları aşarak tüm bireylere doğası gereği uygulanabilir olduğunu öne sürerken, küreselcilik, küresel ölçekte ekonomik ve politik işbirliğini savunarak ulusların ve halkların birbirine bağlılığını vurgular. Bu makalede, evrensellik ve küreselciliğin tanımlarını, tarihsel bağlamlarını ve pratik tezahürlerini araştıracak, aralarındaki ilişkileri ve küreselleşen toplumda ortaya çıkan gerilimleri inceleyeceğiz.

Evrensellik ve Küreselcilik: Tanımlar

Evrensellik, insan hakları, adalet ve özgürlük gibi evrensel değerlerin tüm insanlar için geçerli olduğunu savunan bir düşünce sistemidir. Bu değerler, kültürel, coğrafi veya politik fark gözetmeksizin tüm bireyler için geçerli kabul edilir. Evrenselcilik, özellikle insan hakları ve uluslararası hukuk bağlamında sıkça tartışılır ve uygulanır.

Küreselcilik ise, dünya genelinde ekonomik, politik ve kültürel işbirliğini teşvik eden bir ideolojidir. Küreselcilik, ulusal sınırların ötesinde karşılıklı bağımlılık üzerine kurulu bir dünya düzenini savunur. Serbest ticaret, çok uluslu anlaşmalar ve uluslararası örgütlerin rolü, küreselciliğin pratikteki en belirgin tezahürleridir.

Tarihsel Bağlam: Evrensellik ve Küreselcilik

Evrensellik ve küreselcilik kavramları, tarih boyunca farklı evrelerde öne çıkmıştır. Evrensellik kavramı, özellikle Aydınlanma Çağı'nda insan hakları, doğal hukuk ve evrensel ahlak gibi düşüncelerle güçlenmiştir. Evrensellik, özellikle Fransız Devrimi ve Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi gibi olaylarla desteklenen bir fikirdir.

Küreselcilik ise, daha modern bir kökene sahiptir ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütlerin kurulmasıyla önem kazanmıştır. Küreselleşme süreci, küreselciliğin ekonomik ve politik bağlamda daha belirgin hale gelmesine yol açmıştır.

Pratik Tezahürler ve Gerilimler

Evrensellik, insan hakları savunuculuğu, uluslararası hukukun uygulanması ve küresel etik standartların belirlenmesi gibi alanlarda pratikte kendini gösterir. Ancak evrensel değerlerin, farklı kültürel bağlamlarda uygulanabilirliği konusunda tartışmalar devam etmektedir. Kültürel görecelik gibi eleştiriler, evrenselliğin sınırlarını zorlayabilir.

Küreselcilik ise, dünya genelinde serbest ticaretin yaygınlaşması, uluslararası kuruluşların güç kazanması ve kültürel alışverişin artmasıyla kendini gösterir. Ancak küreselciliğin yol açtığı ekonomik eşitsizlikler, yerel kültürlerin erozyonu ve ulus devletlerin egemenliklerinin zayıflaması gibi sorunlar, küreselleşmenin karanlık yüzünü ortaya koyar.

Evrensellik ve Küreselcilik Arasındaki İlişki ve Gelecekteki Rolü

Evrensellik ve küreselcilik, birbirleriyle iç içe geçmiş, ancak farklı perspektifler sunan kavramlardır. Evrensellik, insan deneyiminin temel unsurlarını vurgularken, küreselcilik, bu deneyimin uluslararası boyutlarını ön plana çıkarır. Küreselleşen dünyada, bu iki ideoloji arasındaki gerilimler, yerel ve küresel dinamiklerin nasıl dengelenmesi gerektiği konusunda önemli tartışmalar doğurur.

Bu makale, evrensellik ve küreselciliğin modern dünyada nasıl şekillendiğini ve birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduğunu inceleyerek, bu kavramların gelecekteki toplumsal ve politik süreçlerde nasıl bir rol oynayabileceğini anlamamıza yardımcı olmayı amaçlamaktadır.

Sonuç olarak, evrensellik ve küreselcilik, birbirine bağlı dünyamızda kritik öneme sahip iki kavramdır. Bu ideolojiler, insan hakları, uluslararası hukuk, ekonomik işbirliği ve kültürel etkileşim gibi birçok alanda kolektif insan deneyimimizi şekillendirir. Bu makalede ele aldığımız gibi, evrensellik ve küreselcilik arasındaki gerilimler ve bu kavramların birbirleriyle olan ilişkisi, gelecekteki toplumsal ve politik gelişmeleri anlamamız açısından büyük önem taşımaktadır.

Read More

Kürt Tarihinde Dengbèjllik ve Masal Anlatıcılığı


Dengbèjlik, Kürt kültüründe derin kökleri olan bir gelenektir ve Kürt sözlü tarihinin önemli bir parçasıdır. Bu gelenek, tarih boyunca Kürt halkının yaşamını, kültürünü, değerlerini ve olaylarını sözlü olarak nesilden nesile aktaran bir araç olmuştur. 

Dengbèjler, müzikal ve sözlü anlatımlarıyla, sadece eğlendirme amacı gütmeyip aynı zamanda toplumsal hafızayı canlı tutmayı başarmışlardır. Bu araştırma yazısında, dengbejliğin Kürt sözlü tarihi üzerindeki katkıları ve masal anlatıcılığı geleneği üzerine duracağız.
Dengbejlik, Kürtçe’de “ses” anlamına gelen “deng” ve “söylemek” anlamına gelen “bej” kelimelerinin birleşiminden oluşur. Dengbejler, geleneksel olarak saz ya da benzeri bir müzik aleti eşliğinde, genellikle doğaçlama olarak, tarihi olayları, destanları, aşk hikayelerini ve trajedileri anlatan kişilerdir. Bu anlatımlar, Kürt toplumunda sözlü edebiyatın ana unsurlarından birini oluşturur ve çoğu zaman melodik bir şekilde icra edilir.

Dengbejliğin Kürt Sözlü Tarihine KatkılarıTarihi Bilgi ve Kültürel Hafıza: Dengbejler, geçmişte yaşanan önemli olayları, savaşları, göçleri ve kahramanlıkları detaylı bir şekilde anlatmışlardır. Bu anlatılar, yazılı kaynakların sınırlı olduğu dönemlerde Kürt tarihinin korunmasına ve aktarılmasına yardımcı olmuştur.

Dil ve Edebiyat: Dengbèjlik, Kürt dilinin korunması ve gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Dengbejlerin kullandığı zengin ve renkli dil, Kürtçe’nin edebi yönünü güçlendirmiştir. Bu anlatımlar, dilin farklı lehçeleri arasında bir köprü oluşturmuş ve dilin sürekliliğini sağlamıştır.

Toplumsal Değerler ve Normlar: Dengbèjler, hikayeleri aracılığıyla toplumsal değerleri, ahlaki normları ve gelenekleri aktarmışlardır. Bu anlatılar, bireyler ve topluluklar arasındaki bağları güçlendirerek, toplumsal uyumu sağlamıştır.


Dengbej

Masal Anlatıcılığı Geleneği

Masal anlatıcılığı, dengbejliğin bir parçası olarak Kürt kültüründe önemli bir yere sahiptir. Masallar, genellikle fantastik ögeler içerir ve didaktik bir yapıya sahiptir. Kürt masalları, çocuklara ahlaki dersler vermek, onları eğlendirmek ve hayal güçlerini geliştirmek amacıyla anlatılır.

Masal Türleri
  1. Efsaneler (Çîrok): Genellikle tarihi olayları veya önemli şahsiyetleri konu alır. Bu tür masallar, halkın belleğinde önemli bir yere sahiptir ve çoğu zaman gerçek olaylara dayanır.

  2. Peri Masalları: Fantastik ögelerle bezeli bu masallar, hayal gücünü harekete geçirir ve dinleyicilere büyülü dünyaların kapılarını aralar.

  3. Hayvan Masalları: Hayvan karakterlerin rol aldığı bu masallar, genellikle ahlaki dersler içerir ve çocukların hayvanlar aracılığıyla insan davranışlarını anlamalarına yardımcı olur.

Masal Anlatıcılığının Rolü

Masal anlatıcılığı, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda eğitimsel bir işlev de görür. Masal anlatıcıları, çocuklara ve gençlere kültürel değerleri ve normları öğretir. Bu süreçte, hayal gücünü ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirir.

Dengbèjlik ve masal anlatıcılığı, Kürt kültüründe sözlü tarihin korunması ve aktarılması açısından hayati öneme sahiptir. Dengbejler ve masal anlatıcıları, tarihsel bilgileri, toplumsal değerleri ve kültürel mirası gelecek nesillere aktaran önemli figürlerdir. Bu gelenekler, sadece Kürt kültürünün devamlılığını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda zengin ve derin bir kültürel mirasın korunmasına da yardımcı olur. Bu nedenle, dengbejlik ve masal anlatıcılığı geleneklerinin yaşatılması ve desteklenmesi, kültürel çeşitliliğin ve tarihsel bilincin korunması açısından büyük önem taşımaktadır.


Read More

Edirne-İşkodra Kuşatmasında Kürtler

 

Tarihin Gölgesinde Kahramanlık ve Fedakarlık

1912-1913 yıllarında gerçekleşen Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu'nun en çetin sınavlarından biri oldu. Bu süreçte Osmanlı'nın savunma hattındaki şehirlerden Edirne ve İşkodra, sadece askeri mücadelenin değil, aynı zamanda milletlerin dayanıklılıklarının ve insan hikayelerinin destansı anlatımlarıyla dolu bir sahne haline geldi. Bu iki kuşatma sırasında Kürt savaşçılarının kahramanlıkları, Jön Türklerin beklenmedik geri çekilişleri ve Laz kadınlarının fedakarlıkları, Osmanlı'nın çok uluslu yapısının hem zorluklarını hem de gücünü ortaya koydu.


Kürt Savaşçılarının Kahramanlıkları

Edirne ve İşkodra'nın müdafaası sırasında Kürt savaşçıları, özellikle cesaret ve disiplinleriyle dikkat çekmiştir. Anadolu'nun doğusundan gelen bu savaşçılar, zor doğa koşulları ve düşmanın sürekli baskısına rağmen mevzilerini terk etmeyerek Osmanlı ordusunun belkemiği olmuşlardır. Kürt birlikleri, Osmanlı'nın çok uluslu ordusunun sembolü olarak, sadece savaş alanında değil, Osmanlı toplumundaki dayanışma ruhunu temsil etmiştir.

Edirne müdafaasında, Kürt savaşçıları dar geçitlerde direniş göstererek Bulgar kuvvetlerini yavaşlatmış, hatta kimi zaman saldırıya geçerek düşman hatlarını bozguna uğratmışlardır. İşkodra cephesinde ise bu kahramanlar, uzun süren kuşatmaya rağmen teslim olmayarak Osmanlı'nın şerefini koruma uğruna kendi canlarını hiçe saymışlardır. Bu kahramanlıkları, sadece bir askeri başarı değil, aynı zamanda fedakarlığın ve sadakatin simgesi olmuştur.


Jön Türklerin Kaçışı: Savaşın Gölgesindeki Ayrılıklar

Kürtlerin ve diğer Osmanlı askerlerinin bu fedakarlıklarına rağmen, Jön Türkler arasındaki bazı liderlerin savaştan kaçışı ve sorumluluklarını terk etmeleri, Osmanlı'nın içindeki siyasi çatlakları açığa çıkardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı bazı Jön Türk subayları, beklenmedik bir şekilde cepheleri terk ederek yalnızca askeri düzeni değil, aynı zamanda Osmanlı ordusunun moralini de zayıflatmıştır. Bu durum, sadece bir stratejik yenilgi değil, aynı zamanda savaşın Osmanlı toplumundaki ayrışmaları nasıl derinleştirdiğini de göstermektedir.


Laz Kadınlarının Fedakarlığı

Savaş sırasında, Laz kadınlarının gösterdiği fedakarlık ve cesaret, Balkan Savaşları'nın en unutulmaz hikayelerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Savaşın etkisiyle erkekler cephedeyken, Laz kadınları yaralı askerlerin tedavisi ve cephe gerisindeki lojistik desteğin sağlanmasında hayati bir rol oynamışlardır. Özellikle yaralı askerlerin taşınması, tedavisi ve beslenmesi için yapılan seferberlikte Laz kadınlarının ön saflarda olması, Osmanlı kadınlarının savaştaki rollerini yeniden tanımlamıştır.

Kimi zaman silah taşımış, kimi zaman ordu için yemek hazırlamışlardır. Edirne ve İşkodra kuşatmalarında, yaralıların taşınması için kurulan yardım ekiplerinde Laz kadınlarının öncülüğü, hem Osmanlı ordusuna hem de savaştan etkilenen sivil halka umut vermiştir. Bu kadınlar, savaşın getirdiği zorluklara rağmen neşeli türküler söyleyerek moral kaynağı olmuş ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birini sergilemişlerdir.

Edirne-İşkodra kuşatmalarında yaşananlar, Osmanlı'nın çok uluslu yapısının çatışmalar kadar dayanışma anlarında da kendini gösterdiğini kanıtlar. Kürt savaşçılarının kahramanlıkları, Laz kadınlarının fedakarlıkları ve Jön Türklerin zayıflıkları, bu dönemin hem zafer hem de yenilgiyle şekillendiğini ortaya koyar. Tarih, sadece kazananların hikayelerini değil, aynı zamanda bu tür insanlık derslerini de hatırlamayı gerektirir. Edirne ve İşkodra'nın müdafaasında bir araya gelen bu farklı unsurlar, ortak bir kaderi paylaşmanın ne demek olduğunu anlatır. Bu hikayeler, Osmanlı'nın son yıllarındaki mücadele ruhunun canlı birer portresi olarak kalacaktır.

İşkodra kuşatmasının destansı direnişi o dönemin tanıklarının aracılığı ile sözlü Kürt edebiyatı Dengbêjlik sayesinde günümüze kadar gelmiştir, günümüzde de Dengbêj Şakıro'nun sesinden dinleyebiliriz. 


Şarkının sözleri ise şöyle....... 


Edirne, İşqodre di mehserê de mane

Contirkan namus firotine bi peran e

Şer qelibî ser milê lawê Kurdan e

Hewara me li jorê bi Xwedê

Li jêrê pênçsed jinê Lazan e

Zendê zer badane

Bi hewara şehîd û gazîyan canê xwe dane


Edirne, İşkodra muhasarada kalmış Jön Türkler namusu paraya satmış Savaşın yükü Kürd oğlunun omuzlarına binmiş Umudumuz yukarıda Allah Aşağıda beş yüz Laz kadını Sarı kolları sıvamış Şehit ve gazilere yardım için canlarını feda etmişler

Read More

Asimilasyona Karşı Kürtler Ne Yapmalı?

 

Kürtler Ne Yapmalı?
Asimilasyon, özellikle etnik kimliklerin bastırılması ve bir kültürün diğerine uyum sağlaması amacıyla yürütülen bilinçli politikalar çerçevesinde, dünyadaki pek çok toplumun karşılaştığı karmaşık bir sorundur. Kürtler, tarih boyunca kültürel kimliklerini, dil ve geleneklerini korumak adına asimilasyon politikalarına karşı koyma mücadelesi vermiştir. Bu yazıda, Kürt toplumunun asimilasyon süreçlerine karşı direnç göstermesi ve kültürel varlığını sürdürmesi için hangi adımların atılabileceğine dair önerilerde bulunacağız.

1. Dilin Korunması ve Yaygınlaştırılması

Dil, bir toplumun kimliğini oluşturan en temel öğedir. Kürtlerin kendi dillerini öğrenmeleri, kullanmaları ve bu dili sonraki kuşaklara aktarmaları, kültürel varlıklarının sürdürülebilirliği açısından büyük bir önem taşır. Bunun için yapılabilecek bazı adımlar şunlardır:

  • Kürtçe Eğitimin Desteklenmesi: Kürtçe eğitim veren kurslar, online dersler ve dil okulları aracılığıyla anadilin yeni nesillere öğretilmesi önemlidir.
  • Aile İçi Dil Kullanımı: Özellikle aile içinde Kürtçe konuşulması, çocukların dili küçük yaşta öğrenmelerini sağlar ve günlük hayatta kullanmalarını teşvik eder.
  • Dijital İçerik Üretimi: Kürtçe medya kanalları, sosyal medya içerikleri, bloglar ve videolar gibi dijital içeriklerle Kürtçenin daha geniş kitlelere ulaşması sağlanabilir.

2. Kültürel Mirasın Korunması

Kürt halkının kültürel zenginliği; müzik, dans, edebiyat, giyim, halk oyunları ve geleneksel yemekler gibi pek çok farklı alanda kendini gösterir. Bu kültürel unsurların yaşatılması, asimilasyona karşı önemli bir direnç noktasıdır.

  • Kültürel Etkinliklerin Düzenlenmesi: Festivaller, sergiler ve etkinlikler aracılığıyla Kürt kültürünün tanıtılması ve halk arasında yayılması sağlanabilir.
  • Sanat ve Edebiyatı Desteklemek: Kürt yazarlar, şairler ve sanatçılar, kültürel mirası eserlerinde işleyerek gelecek kuşaklara aktarabilirler. Bu konuda hem bireysel hem de kurumsal destekler sunulmalıdır.
  • Müzik ve Halk Danslarının Öğretilmesi: Kürt müziği ve halk danslarının çocuklara öğretilmesi, toplumun kültürel değerlerini yeni nesillere aktarmak için etkili bir yöntemdir.

3. Politik ve Hukuksal Haklar İçin Mücadele

Asimilasyon politikalarına karşı etkili bir duruş sergilemek, aynı zamanda politik bir süreci de gerektirir. Kürtlerin dil, eğitim ve kültürel haklarını elde etmek adına sivil toplum kuruluşları ve politik temsilciler yoluyla çalışmalar yürütülmelidir.

  • Hukuki Hakların Korunması ve Genişletilmesi: Kürtçenin resmi kurumlarda kullanılması, anadil eğitiminin desteklenmesi ve kültürel özgürlüğün yasal zeminde güvence altına alınması için hukuki mücadelelerin devam ettirilmesi gerekir.
  • Sivil Toplum Kuruluşlarıyla İş Birliği: Kürt kültürünün korunması ve hakların savunulması adına, STK'lar ve hak savunucuları ile iş birliği yapmak önemlidir.
  • Uluslararası Destek: Kürt kültürel haklarının korunması için uluslararası kuruluşlardan destek almak, konuya küresel bir farkındalık kazandırabilir.

4. Dijital ve Sosyal Medya Kullanımı

Dijital platformlar, Kürtlerin hem kültürel varlıklarını sergileyebileceği hem de kimliklerine yönelik farkındalık oluşturabileceği bir alan sunar. Sosyal medya, geniş kitlelere ulaşmak ve kültürel bilinci yaymak için güçlü bir araçtır.

  • Kürtçe İçerik Üretimi: Kürtlerin dijital platformlarda Kürtçe içerikler üretmesi, bu dilin görünürlüğünü artırır. YouTube kanalları, bloglar, podcast'ler ve sosyal medya sayfaları aracılığıyla Kürt kültürü tanıtılabilir.
  • Farkındalık Kampanyaları: Sosyal medya üzerinden asimilasyon politikalarına dikkat çeken kampanyalar düzenlenebilir. Bu tür kampanyalar, ulusal ve uluslararası düzeyde dikkat çekebilir.
  • Kültürel Tanıtım Sayfaları: Kürt tarihi, edebiyatı, müziği ve sanatı hakkında bilgilendirici sayfalar ve gruplar oluşturarak kültürel bilinci yaygınlaştırmak mümkündür.

5. Eğitim ve Araştırmaya Yatırım

Kürtlerin asimilasyon politikalarına karşı koyabilmesi için eğitimli bireylere ve toplumsal farkındalığa ihtiyaç vardır. Eğitim, toplumsal bilinci artırarak kültürel ve dilsel haklar konusundaki mücadeleyi güçlendirir.

  • Eğitim Kurumları Kurmak ve Desteklemek: Kürt dili, kültürü ve tarihi üzerine eğitim veren kurumlar oluşturulmalı ya da mevcut olanlara destek sağlanmalıdır.
  • Akademik Araştırmaları Desteklemek: Kürt dili, edebiyatı, tarihi ve kültürü üzerine akademik araştırmalar yapılması, bu kültürel varlığın dünya çapında tanınmasına katkı sağlar.
  • Yaygın Eğitim Faaliyetleri: Halk arasında Kürt kültürüne dair bilgi ve farkındalığın artması için yaygın eğitim faaliyetleri (seminerler, çalıştaylar vb.) düzenlenebilir.

6. Ekonomik Dayanışma ve Girişimcilik

Ekonomik bağımsızlık ve güçlenme, kültürel bağımsızlık için de önemlidir. Kürtlerin ekonomik alanda dayanışma göstererek güçlenmesi, toplumsal dayanışmayı artırır ve kültürel değerlerin sürdürülebilirliğini sağlar.

  • Kürt Girişimcilere Destek: Kürt kültürüne uygun projeler üreten ve topluma fayda sağlayan girişimcilere destek verilmelidir.
  • Kooperatifler ve Dernekler Kurmak: Yerel dayanışma ve kalkınma adına kooperatifler ve dernekler aracılığıyla ekonomik destek sağlanabilir.
  • Kültürel Ürünlerin Satışı ve Tanıtımı: Geleneksel Kürt kıyafetleri, el sanatları, müzik aletleri gibi kültürel ürünlerin tanıtımı ve satışı yapılabilir. Bu hem kültürün yayılması hem de ekonomik destek sağlanması açısından faydalıdır.

Asimilasyon politikalarına karşı koymak uzun vadeli, çok yönlü bir çaba gerektirir. Kürtlerin dilini, kültürünü, müziğini ve geleneklerini koruyabilmesi için hem bireysel hem de toplumsal düzeyde direnç göstermesi büyük önem taşır. Kürt kültürünü yaşatmak ve yeni nesillere aktarmak adına yapılacak her adım, asimilasyon süreçlerine karşı güçlü bir kalkan görevi görür. Unutulmamalıdır ki, kültürel kimliği korumak bir toplumun varoluş mücadelesidir; bu nedenle, Kürtler bu mücadelede hem kendi iç dayanışmalarını artırmalı hem de ulusal ve uluslararası destekleri yanına alarak direnç göstermelidir.

Read More