Hicri 1343 yılıydı. Bahar, Diyarbakır surlarının arasına yeni uyanmıştı. Ancak şehir sessizdi. Çünkü o gün darağacı kurulmuştu. Meşhur Kürt Alimi Şeyh Said Efendi, sabah ezanından sonra zindandan alınmış, kalabalığın toplandığı meydana getirilmişti.
Diyarbakır halkı meydana toplanmış ağlıyordu. Bazısı korkuyla geri çekiliyor, bazısı ise dua ediyordu. Şeyh Said Efendi dimdik yürüyordu. Elleri zincirlemişti, Zaten kalbi zincirle tutulamazdı. Cübbesi yıpranmış, yüzü sakindi. Gözleri semaya bakıyordu; sanki göğe yakındı.
Cellat ipi hazırlarken, gökyüzünde garip bir bulut beliriverdi. Güneş bir anlığına perdelenmiş, rüzgâr durmuştu. Hiçbir kuş ötmüyor, hiçbir ağız konuşmuyordu.
İp boğazına geçirildiğinde, Şeyh Said bir dua etti:
“Ya Rabbi, ben senden gayrısını bilmedim. Şimdi dilerim ki bu halk, senin rahmetini görsün. Beni gören bilsin ki, senin dostlarına ölüm yoktur.”
Son sözü sorulduğunda ; Şeyh Said Efendi “Dünya yaşantımın sonu geldi. Kendimi milletimin yolunda feda ettiğime hiçbir şekilde pişman değilim. İlerde torunlarımızın bizden dolayı düşman ününde utanç duymamaları bizim için yeterlidir.”
Cellat tahtayı itti. Ama bir gariplik oldu. Şeyh Said’in bedeni yere düşmedi. Göz gözü görmez bir ışık patladı. İpin ucunda hiçbir şey kalmamıştı.
İnsanlar şaşkınlıkla bağırdı. “Nereye gitti?” dedi biri. “Gözümle gördüm, ip boşa döndü!” dedi diğeri. Kimisi secdeye kapandı, kimisi gözyaşına boğuldu.
Darağacının ayakucunda ise bir mendil bulundu. Üzerinde şu satırlar yazılıydı:
“Evliya, Allah’ın nurudur. Onlar ne ölür, ne de kaybolur. Göz göremezse, kalp bilsin.”
O günden sonra Diyarbakır halkı, gece sessizliğinde minareler arasında dolaşan bir fısıltı duyduklarını söyler oldu. Bazen bir garip nurun Harput yönüne doğru gittiği görülür, bazen de sabah ezanından önce bir zatın sokak başlarında dua ettiğine şahit olunurmuş.
Bir yaşlı derviş der ki:
“Şeyh Said Efendi, darağacında kaybolmadı; Hak katına yürüdü. Bu, Allah’ın veli kullarına bir ikramıdır. Onun sırrı, sadıklara görünür.”
Ve işte o günden sonra, Anadolu’da, halk arasında şu söz dilden dile dolaşır oldu:
“Darağacı boş kalır, eğer üstünde Allah dostu varsa