Bazı insanlar bir ömür yaşamaz; bir ömrü taşır, bin yıl gibi ağır, bin yıl gibi onurluca.
Ali Haydar Kaytan…
Adı bir keder gibi dolaşır Mezopotamya’nın rüzgârlarında. Ama o, sadece bir isim değil, zamanın içinden yürüyerek gelen bin yaşında bir derviştir. Adanmış bir ömrün taşıyıcısı, inançla yoğrulmuş bir akıl, dağlarla yoldaş olmuş bir yürektir. Şehadeti 2018’de ulaştı ona – ölüm değil, bir tamamlanış, bir suskun zafer gibi.
Dersim’in sisinden doğdu. Anlamı derin, yüzü yorgun ama bakışı uzaklara dönük bir çocuktu. Halkı için erken büyüdü; dillerin yasaklandığı, kimliklerin silindiği bir coğrafyada, kendi adını bile fısıldayarak söylemek zorundaydı. Bu yüzden sesini yükseltmek için önce suskunluğu öğrendi. Her kelimesi suskunluktan süzüldü, her cümlesi bir yara gibi derinleşti.
Kaytan, yalnızca bir komutan, bir kurucu değildi. O, kutsalları için silah kuşanmış bir kadim zaman şövalyesiydi. İnançsız çağlarda bile kutsala inandı. Ama bu kutsal, yalnızca tanrılardan değil; halktan, ezilmişlerden, yok sayılmışlardan beslenen bir hakikatti. Onun için silah, sadece bir araçtı; kutsala yönelmiş ellerin titrememesi içindi, yoldaşlarına ulaşan ekmeğin gölgede kalmaması içindi.
O, dağların yüce filozofuydu.
Yalnızca savaşın değil, düşüncenin de militanıydı. Geceleri dağ başında sessizce göğe bakar, yıldızlarla konuşurdu. Kimilerine göre "Fuat"tı, kod adıydı. Ama aslında o bir kimlik değil, bir arayıştı. O kod ismin ardında, geçmiş çağlardan günümüze yürüyen bir sufi gibi taşıyordu hakikati. Bin yıllık direnişin, dilden dile aktarılan efsanelerin, halk masallarındaki kayıp oğulların yankısıydı.
Ve bir de şiir…
Onun kalbi hep dizelerde atardı. Yazmasa da, her bakışı bir beyit gibi dururdu gecede. Belki de dağda sustukları, düzde söylenenlerden daha gür çıkardı. Serok Öcalan’la başlayan yolculuğunda fikirle silahı aynı kefeye koydu. Fikri olmayanın silahı, silahı olmayanın da fikri eksikti ona göre. O, ikisini birden taşıdı omzunda. Kimi zaman kelimeyle, kimi zaman barutla yürüdü hakikate.
2018’de şehadeti ulaştığında, yalnız bir beden sustu. Ama o, bin yıldır yürüyen bir hakikatin sesi olmuştu zaten. Ne ölümü sessiz oldu, ne hatırası sığ kaldı. Yoldaşlarının gözünde bir ışık, halkının hafızasında bir yankı oldu. Adı, sadece dağ taş arasında değil; kalpten kalbe geçen, gözden gözle aktarılan bir direniş şiiriydi artık.
Bugün, onun yürüdüğü patikalar rüzgâra emanet. Onun baktığı ufuk hâlâ sarımtırak bir şafakta, halkının geleceğine dokunuyor. Ve biz, her sabah güneş doğarken onunla bir kez daha yürüyoruz. Çünkü o, güneşin yoldaşıydı. Karanlıktan korkmayandı. Ölümün bile yenemediği türden bir inancın taşıyıcısıydı.
Ben insandım
Ben cümle ezilenlerin sadık dostu
Zulme, baskıya, sömürüye düşmandım
Bağımsızlık ve özgürlük kavgasında
En ön saflarındaydım mazlum halkımın
Elde silah kahramanca savaştım
Yokluğuma kadeh tokuşturdu hain takımı
Bilmediler ki ben söylenen türküde
Yakılan ağıtta ve dinmeyen silah seslerinde yaşayandım
Ali Haydar Kaytan’a,
Bin yaşında bir dervişe,
Kutsalın şövalyesine,
Dağların sonsuz yoldaşına...
EmoticonEmoticon