The Age of Adaline: Zamana Direnen Bir Aşk Hikayesi


Doğru Zamanda Anılan Bir Aşk Hikayesi.

Genç bir kadın ile yaşlı bir adam arasındaki romantizmi konu alan 2015 yapımı tarihi drama filmi "Adaline Çağı", orijinal olarak "Ölümsüz Aşk" adıyla Türkçe olarak gösterime girmiştir. Lee Toland Krieger'in yönettiği ve Blake Lively, Michiel Huisman, Kathy Baker, Amanda Crew, Harrison Ford ve Ellen Burstyn'in rol kapsamlı filmin anlatımı dikkat çekici ve büyüleyici.
Hikayenin Başlangıcı Adaline Bowman (Blake Lively) 1908'de doğan ve tipik bir hayat yaşadı, ancak 1937'de trafikten uzaklaştıktan sonra dikkat çekici bir hayata başladı. Kazadan sonra Adaline'in biyolojik yaşı 29'dur. Bu kalıntıların ailesinden gizlenerek ve sık sık değiştirilerek değişmeden kurtulmaya çalışıyor.

Yalnızlık ve Kaçış

Adaline, ölümsüzlüğünün getirdiği yalnızlık ve izolasyonla mücadele ederken, kimseyle derin ve kalıcı bağlar kuramaz. Sürekli kimlik değiştirerek ve yer değiştirerek yaşamını sürdüren Adaline, bu durumu kızı Flemming (Ellen Burstyn) dışında kimseye açıklamaz. Flemming zamanla annesinden daha yaşlı bir görünüme sahip olur, bu da Adaline'nin durumunun zorluğunu daha da gözler önüne serer.

Aşkın Gücü

Adaline'in hayatı, genç ve çekici bir hayırsever olan Ellis Jones (Michiel Huisman) ile tanışmasıyla değişir. Ellis'in Adaline'e olan ilgisi ve samimiyeti, onun yıllardır inşa ettiği duvarları yavaş yavaş yıkar. Ancak Adaline, Ellis'in ailesiyle tanıştığında büyük bir sürprizle karşılaşır: Ellis'in babası William (Harrison Ford), yıllar önce Adaline ile bir aşk yaşamıştır ve onu hemen tanır. Bu karşılaşma, Adaline'in gerçek kimliğinin ve sırrının ortaya çıkmasına neden olur.

Duygusal Zirve ve Çözüm

Adaline, Ellis'ten kaçmaya karar verir, ancak yaşanan bir başka trafik kazası onun hayatını kökten değiştirir. Bu kaza sonucunda Adaline'in vücudu normal biyolojik sürecine geri döner ve yaşlanmaya başlar. Artık sıradan bir insan gibi yaşlanacak olan Adaline, Ellis ile gerçek bir ilişki kurma şansını elde eder. Filmin sonunda, Adaline geçmişiyle barışır ve geleceğe umutla bakar.

"The Age of Adaline", ölümsüzlük teması üzerinden sevgi, kayıp, yalnızlık ve zamanı anlama gibi derin konuları işleyen duygusal bir yolculuk sunar. Blake Lively'nin etkileyici performansı ve güçlü anlatımıyla film, izleyicilere unutulmaz bir deneyim yaşatır.

Read More

Kurdistan'a Sor - Kızıl Kürdistan - Kurdistan Rouge

 

Kızıl Kürdistan, Sovyetler Birliği'nin erken dönemlerinde, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (Azerbaycan SSC) içinde kurulan bir idari bölgeydi. 7 Temmuz 1923'te kurulan Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi, esas olarak Kürt nüfusun yoğun olduğu alanları kapsıyordu. Bölgenin kurulmasının temel amacı, Kürt halkının Sovyetler Birliği'nin politikalarına uygun bir şekilde yönetilmesi ve entegrasyonunu sağlamaktı.

Coğrafi Konum ve Demografi

Kızıl Kürdistan, günümüz Azerbaycan'ının batısında, Karabağ bölgesinde yer alıyordu. Başlıca yerleşim birimleri arasında Laçin, Kelbecer, Kubatlı ve Zengilan gibi şehirler bulunmaktaydı. Bölge, çoğunlukla Kürt nüfusun yanı sıra Azeri ve Ermeni topluluklarına da ev sahipliği yapıyordu.

Politik ve Sosyal Yapı

Sovyetler Birliği'nin "halkların kendi kaderini tayin hakkı" ilkesi doğrultusunda kurulan Kızıl Kürdistan, Kürt kültürünün ve dilinin korunmasına yönelik bazı politikalar uygulamaktaydı. Kürtçe eğitim ve yayınlar teşvik edilmiş, Kürtlerin kendi yerel yönetimlerinde söz sahibi olmaları sağlanmıştı. Ancak bu uygulamalar, Sovyetler Birliği'nin genel politikaları doğrultusunda sıkı bir kontrol altında yürütülmekteydi.


Kızıl Kürdistan'ın Dağıtılması

1930'larda, Sovyetler Birliği'nin merkezi hükümeti tarafından yürütülen politikalar neticesinde Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi dağıtıldı. Bölgede yaşayan Kürt nüfus, çeşitli nedenlerle başka bölgelere göç etmeye zorlandı. Bu dönemde yaşanan siyasi baskılar ve demografik değişiklikler, Kızıl Kürdistan'ın tarih sahnesinden silinmesine yol açtı.

Modern Dönem ve Miras

Kızıl Kürdistan'ın dağıtılmasından sonra bölgedeki Kürt nüfusu, Azerbaycan ve Ermenistan'ın farklı bölgelerine dağılmıştır. Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve ardından gelen siyasi değişiklikler, bölgedeki Kürtlerin durumunu daha da karmaşık hale getirmiştir. Günümüzde Kızıl Kürdistan'ın mirası, Kürt halkının tarihindeki önemli bir bölüm olarak anılmakta ve çeşitli akademik çalışmalara konu olmaktadır.

Kızıl Kürdistan, Sovyetler Birliği'nin etnik ve kültürel politikalarının bir yansıması olarak, Kürt halkının tarihindeki önemli bir dönemi temsil etmektedir. Kuruluşu ve dağıtılışı, dönemin politik dinamikleri ve Sovyetler Birliği'nin stratejik yaklaşımları çerçevesinde değerlendirildiğinde, Kızıl Kürdistan, Kürtlerin tarihi ve kültürel kimlikleri açısından önemli bir yer tutmaktadır. Bu bölgenin tarihi, Sovyetler Birliği'nin etnik azınlıklara yönelik politikalarının anlaşılması açısından da önemli bir örnektir.

Read More

Yasak Elma işi

 

Bir varmış bir yokmuş, Adem ve Havva isimli iki sevimli insan varmış. Tanrı onları cennet bahçesine yerleştirmiş ve "Bakın bu bahçe sizin oyun alanınız. İstediğiniz her şeyi yiyin, için, hoplayın, zıplayın. Ama şu elma ağacına yaklaşmayın!" demiş.

Adem ve Havva günlerini mutlu mesut geçirirken, cennet bahçesinde sek sek oynayıp meyve kokteylleri yudumlarken, elma ağacı sanki onlara "Gelin beni koparın, ben çok lezzetliyim!" der gibi göz kırpıyormuş. Tabii, Adem ve Havva'nın kulaklarında sürekli Tanrı'nın sesi yankılanıyormuş: "Elma ağacına dokunmayın, sakın ha!"

Bir gün, Havva biraz meraklı biraz da yaramaz bir ruh haliyle elma ağacının yanına gitmiş. Adem de onu takip etmiş çünkü o da en az Havva kadar meraklıymış. Tam ağacın altında durmuşlar ki, bir yılan çıkagelmiş. Bu yılan, bildiğiniz yılan değil, konuşan, espri yapabilen, biraz da kurnaz bir yılanmış.

Yılan, "Hey çocuklar, neden bu kadar çekingen davranıyorsunuz? Bu elmalar var ya, cennetin en iyi meyveleridir. Bir tane koparsanız dünya yerinden oynamaz, değil mi?" demiş.

Havva, "Ama Tanrı elma yememizi yasakladı. Belki de mideye dokunuyordur," diye cevap vermiş.

Yılan, "Ah Havva, sen de çok komiksin! Tanrı'nın aslında şakacı olduğunu bilmiyor musun? Şu elmayı kopar, sonra oturup birlikte kahkahalar atarız," demiş.

Adem araya girerek, "Bence Tanrı’nın şakalarına pek benzemiyor ama bir deneyelim bakalım," demiş.

Havva elini uzatmış ve elmayı koparmış. Tam o anda gök gürültüsü gibi bir ses duyulmuş: "Adem! Havva! O elmayı yemeyin demedim mi size?!"

Adem ve Havva bir anda irkilmiş, ellerindeki elmayı düşürmüşler. Havva, "Tanrı, aslında biz sadece ağacın sağlam olup olmadığını kontrol ediyorduk. Malum, cennet de olsa arada bakım yapmak lazım," demiş.

Tanrı gülerek, "Pekala, bakalım bu yasak elma size ne öğretecek," demiş ve onları cennetten yeryüzüne göndermiş.

O günden sonra Adem ve Havva dünyada yaşamaya başlamış. Havva elma tarifleriyle ünlü olmuş, elmalı turta, elmalı kurabiye yapmış. Adem ise bahçede çalışırken bir yandan da elmanın ne kadar faydalı olduğuna dair dersler vermiş. Ve ne zaman bir elma ağacı görseler birbirlerine göz kırparak, "Bir daha yasak elma işine girmeyelim," diye gülüşürlermiş.

Read More

MEM Û ZİN'den kesitler

 


                             
Sana olan eğilimdir aşıkları çekip götüren
Ve de senin derdindir gönüllere acı veren


Sendin şirini pervize şekerleştirende
Ferhat’a kanlı gözyaşları döktürende


Leyla’yı mecnuna sen bela ettin
Ve ramimi  veysiye sen ram ettin


Yusuf’u niçin gösterdin züleyhaya
Vamıkı nasıl kavuşturdun azraya



Elli kez gidip elli hac eda eden
Şeyhi. Gavur kızı için delirtin sen

Ehmedê Xanî

Read More

Kürtlerin Tarihsel Kökenleri ve Antik Halklarla İlişkisi


Kürtlerin kökeni ve tarihi, Orta Doğu'nun karmaşık ve zengin tarihî dokusunun önemli bir parçasını oluşturur. Kürtlerin, antik Cardukia, Kardu, Gutti, Huri ve Med halklarının torunları olduğuna dair çeşitli teoriler öne sürülmüştür. Bu teorilerin dayanak noktalarını tarihsel belgeler ve arkeolojik bulgular üzerinden inceleyebiliriz.

Cardukia ve Kardu

Cardukia (veya Karduene) bölgesi, bugünkü Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzeybatı İran’ı kapsayan bir coğrafi alanı ifade eder. Xenophon’un Anabasis adlı eserinde, M.Ö. 4. yüzyılda Karduk halkından bahsedilmektedir. Xenophon, on bin Yunan askeriyle Pers İmparatorluğu'ndan geri çekilirken, Kardukların yaşadığı bu bölgede zor bir geçiş yaptıklarını anlatır . hatırı sayılır bazı önemli tarihçiler, Kürtlerin kökeninin  Karduklara dayandığını öne sürerler.

Guttiler 

Guttiler, M.Ö. 3. binyılda Zagros Dağları civarında yaşamış bir halktır. Sümer yazıtlarında adı geçen Guttiler, Sümer ve Akad topraklarına saldırılar düzenlemişler ve bir süre Sümerler üzerinde hakimiyet kurmuşlardır . Guttilerin kökeni konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Kürtlerin bu halkın torunları olabileceği ileri sürülmüştür.

Huriler

Huriler, M.Ö. 3. ve 2. binyıllarda Anadolu, Kuzey Mezopotamya ve Suriye'nin bazı bölgelerinde yaşamış bir halktır. Huriler, Urartu Krallığı ve Mitanni Krallığı gibi önemli devletler kurmuşlardır. Hurilerin dili ve kültürü, Kürtlerin atalarından biri olabileceğini düşündürmektedir .

Medler

Medler, M.Ö. 7. yüzyılda bugünkü İran’ın batısında güçlü bir imparatorluk kurmuş olan bir İran halkıdır. Medler, Pers İmparatorluğu'nun temellerini atan halklardan biri olarak kabul edilir. Herodot'un eserlerinde Medlerin, Persler ve diğer İranî halklarla akraba olduğu belirtilir . Kürtlerin, Medlerin torunları olabileceği fikri, dilsel ve kültürel benzerliklerden kaynaklanmaktadır.

Akademik Çalışmalar ve Kanıtlar

Bu iddiaları destekleyen veya çürüten akademik çalışmalar ve tarihsel belgeler bulunmaktadır. Kürtlerin, bu antik halkların devamı olup olmadığı konusunda kesin bir sonuca varmak zor olsa da, bazı kanıtlar mevcuttur:

  1. Dil Bilimi: Kürtçe, Hint-Avrupa dil ailesinin İranî dilleri grubuna aittir. Medce ile Kürtçe arasındaki dilsel benzerlikler, Kürtlerin Medlerin torunları olabileceğini düşündürmektedir .
  2. Arkeolojik Bulgular: Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bulunan arkeolojik kalıntılar, Huriler ve Medler gibi antik halklarla kültürel bağlantılar göstermektedir .
  3. Tarihsel Belgeler: Eski Yunan, Sümer ve Asur kaynakları, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada antik halkların varlığını belgelemektedir. Bu belgeler, Kürtlerin tarihsel kökenlerinin izini sürmek için önemli ipuçları sunar .

Kürtlerin, antik Cardukia, Kardu, Gutti, Huri ve Med halklarının devamı olup olmadığı konusunda kesin bir yargıya varmak zor olsa da, tarihsel, dilsel ve arkeolojik kanıtlar bu bağlantıyı destekler niteliktedir. Kürtlerin kökenine dair daha derinlemesine araştırmalar, bu konuda daha net sonuçlara ulaşmamızı sağlayabilir.


Kaynakça

  1. Xenophon, Anabasis. (M.Ö. 4. yüzyıl)
  2. Xenophon hakkında modern araştırmalar
  3. Sümer ve Akad yazıtları
  4. Guttiler üzerine akademik çalışmalar
  5. Huriler ve Urartu Krallığı arkeolojik bulguları
  6. Huriler üzerine yapılan dilsel çalışmalar
  7. Herodot, Tarih. (M.Ö. 5. yüzyıl)
  8. Medler üzerine yapılan arkeolojik ve tarihsel araştırmalar
  9. Hint-Avrupa dilleri ve Kürtçe üzerine dilbilim çalışmaları
  10. Kürt bölgelerindeki arkeolojik bulgular
  11. Eski Yunan ve Sümer kaynakları
  12. Asur ve Babil belgeleri

Bu kaynaklar, Kürtlerin tarihsel kökenine dair daha fazla bilgi ve belge sunmaktadır. Kürtlerin kökeni ve tarihine dair daha derinlemesine çalışmalar, bu antik halklarla bağlantılarını daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Read More

Med Aşiret Konfederasyonu


Med İmparatorluğu, MÖ 7. yüzyılda günümüz İran topraklarında kurulan ve Pers İmparatorluğu'nun temellerini atan önemli bir siyasi yapıdır. Medler, Hint-Avrupa kökenli bir halk olarak bilinir ve farklı aşiretlerin birleşmesiyle güçlü bir konfederasyon oluşturmuşlardır. Bu yazıda, Med İmparatorluğu'nun nasıl kurulduğunu, aşiretlerin nasıl birleştiğini ve imparatorluğun nasıl yükseldiğini inceleyeceğiz.

Tarihi Bağlam

Medler, MÖ 1000 yıllarında İran platosuna göç eden ve burada yerleşik düzene geçen bir topluluk olarak bilinmektedir. Asur İmparatorluğu'nun baskısı altında yaşayan Medler, zamanla organize olarak bağımsızlık mücadelesine girişmişlerdir. Bu süreçte, aşiretler arası dayanışma ve iş birliği büyük önem taşımıştır .

Med İmparatorluğu'nun ilk kralı olarak kabul edilen Deioces, tarihi kaynaklarda farklı isimlerle anılmaktadır: Deiokes (Δηιόκης) Yunanca, Daiukku Asurca ve Dahyuka Farsça telaffuzları bunlardan bazılarıdır. Medler, günümüz İran topraklarında ve özellikle İran Kürdistanı'nda yaşayan bir etnik grup olarak bilinmektedir. Deioces, altı Medyan kabilesini birleştirerek bu konfederasyonun ilk lideri olmuştur. 

Deioces'in İktidara Yükselişi

Herodot'un Tarih eserinde anlatıldığına göre, Deioces'in iktidara yükselişi ilginç bir şekilde başlamıştır. Medler, uzun süren iç savaşlar ve Asur baskısı altında kaotik bir dönemden geçmekteydi. Bu dönemde, Deioces adil yönetimi ve bilge kararlarıyla dikkat çekmiş ve halk arasında büyük saygı kazanmıştır.


Altı Medyan Kabilesi

Med konfederasyonu, farklı aşiretlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu aşiretler arasında en güçlü ve etkili olanları:

  1. Busealar: Savaşçı özellikleriyle bilinen bir kabile.
  2. Paretacenliler: Ekonomik ve ticari gücüyle öne çıkan bir kabile.
  3. Struchates: Kültürel liderlikleri ve dini etkileriyle tanınan bir kabile.
  4. Arizantlar: Ekonomik faaliyetleriyle bilinen bir kabile.
  5. Budianlar: Sosyal ve kültürel yapılarıyla dikkat çeken bir kabile.
  6. Magi: Dini liderlikleri ve rahiplik görevleriyle ünlü bir kabile .

Kuruluş Süreci

Med İmparatorluğu'nun kuruluş süreci, Asur İmparatorluğu'na karşı verilen bağımsızlık mücadelesiyle başlamıştır. Bu süreçte, Med aşiretleri Asur İmparatorluğu'nun zayıflamasını fırsat bilerek isyan etmişler ve başarılı bir şekilde bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Medler'in ilk önemli lideri Deioces'tir. Deioces, MÖ 700'lü yıllarda Med aşiretlerini birleştirmiş ve merkezi bir otorite kurmuştur .

Deioces'in ardından oğlu Phraortes, Med İmparatorluğu'nu daha da güçlendirmiş ve komşu halkları itaat altına almıştır. Phraortes'in ölümünden sonra tahta geçen Kyaxares (Keyhüsrev), Med İmparatorluğu'nun en parlak dönemini başlatmıştır. Kyaxares, Asur İmparatorluğu'na son darbeyi vuran lider olarak bilinir ve imparatorluğun sınırlarını genişletmiştir .


Yükseliş Dönemi

Kyaxares döneminde, Med İmparatorluğu Asur İmparatorluğu'nu tamamen yenerek Mezopotamya'da büyük bir güç haline gelmiştir. Kyaxares'in askeri reformları, orduyu güçlendirmiş ve merkezi otoriteyi sağlamlaştırmıştır. Ayrıca, Lidya Krallığı ile yapılan anlaşma ve Babil ile kurulan ittifaklar, Med İmparatorluğu'nun siyasi gücünü pekiştirmiştir .

Med İmparatorluğu'nun yükselişindeki bir diğer önemli faktör, zengin doğal kaynaklara sahip olmasıdır. İran platosunun verimli toprakları ve ticaret yollarının kontrolü, ekonomik olarak imparatorluğun güçlenmesine katkıda bulunmuştur.

Med İmparatorluğu, aşiret konfederasyonu olarak başlayan ve zamanla güçlü bir merkezi otoriteye dönüşen bir yapıya sahiptir. Med aşiretlerinin dayanışması, Asur İmparatorluğu'na karşı verilen bağımsızlık mücadelesi ve Kyaxares'in askeri ve siyasi liderliği, Med İmparatorluğu'nun kuruluşu ve yükselişindeki ana unsurlardır. 

Kaynakça

  1. Curtis, V. S., & Stewart, S. (2007). The Age of the Medes. I.B. Tauris.
  2. Briant, P. (2002). From Cyrus to Alexander: A History of the Persian Empire. Eisenbrauns.
  3. Dandamayev, M. A., & Lukonin, V. G. (1989). The Culture and Social Institutions of Ancient Iran. Cambridge University Press.
  4. Herodotus. Histories.
  5. Roaf, M. (1990). Cultural Atlas of Mesopotamia and the Ancient Near East. Equinox.
  6. Waters, M. (2014). Ancient Persia: A Concise History of the Achaemenid Empire, 550-330 BCE. Cambridge University Press.
Read More

Kürdistan'da Uluslaşmanın Önündeki Engel - Aşiretçilik

 

https://cahit-cagabey.blogspot.com/

Aşiretçilik, genellikle geleneksel ve ataerkil bir yapıya sahip olan aşiretlerin, toplumsal, politik ve ekonomik yaşamda önemli bir rol oynaması durumudur. Tarihsel olarak, birçok toplumda aşiretçilik güçlü bir sosyal organizasyon biçimi olmuştur. Ancak modern ulus-devletlerin oluşumu ve ulusal birlik arayışları bağlamında aşiretçilik, çeşitli sorunlar ve engeller yaratmaktadır. Bu analiz, aşiretçiliğin ulusal birlik ve uluslaşma süreci üzerindeki olumsuz etkilerini detaylı bir şekilde ele almaktadır.

Kolektif Kimlik ve Ulusal Kimlik Çatışması

Aşiretçilik, bireylerin ilk ve en önemli aidiyet hissini aşiretlerine karşı duymalarına neden olur. Bu durum, ulusal kimliğin inşası sürecinde ciddi bir engel teşkil eder. Ulusal birlik, bireylerin ve toplulukların kendilerini daha geniş bir ulusal kimliğin parçası olarak görmeleriyle mümkündür. Ancak aşiretçilik, bireylerin öncelikle aşiret kimliklerine bağlı kalmasına yol açarak ulusal kimliğin inşasını zorlaştırır.

Siyasi Güç Dağılımı ve Merkezileşme Sorunları

Aşiretçilik, siyasi güç dağılımında adaletsizliğe ve merkezi otoritenin zayıflamasına neden olabilir. Aşiret liderleri, kendi bölgelerinde ve topluluklarında bağımsız bir otoriteye sahip olurlar ve merkezi hükümetin yetkisini sınırlayabilirler. Bu durum, ulusal birliğin ve merkezileşmenin sağlanmasını zorlaştırır. Merkezi otoritenin zayıflaması, ulus-devletin temel prensiplerine aykırı bir durum yaratır ve siyasi istikrarsızlığa yol açabilir.

Sosyal ve Ekonomik Eşitsizlikler

Aşiretçilik, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin artmasına neden olabilir. Aşiret yapıları, belirli aileler veya klanlar arasında güç ve kaynakların yoğunlaşmasına yol açar. Bu durum, geniş çaplı ekonomik kalkınmayı ve sosyal adaleti engeller. Ulusal birlik için gerekli olan eşitlikçi ve kapsayıcı politikaların uygulanması, aşiretçiliğin hakim olduğu bir toplumda oldukça güçtür.

Hukukun Üstünlüğü ve Yargı Sistemi

Aşiretler, kendi iç hukuk ve geleneklerine göre hareket ederler. Bu durum, ulusal hukukun üstünlüğü prensibini zayıflatır. Aşiret hukukunun ve ulusal hukukun çatışması, hukuki belirsizliklere ve adaletsizliklere yol açabilir. Uluslaşma süreci, tüm vatandaşların aynı hukuki sisteme tabi olmasını gerektirir. Ancak aşiretçilik, bu süreci engelleyerek, hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçirilmesini zorlaştırır.

Eğitim ve Modernleşme

Aşiretçilik, modern eğitim sisteminin ve modernleşme süreçlerinin önünde engel oluşturabilir. Geleneksel aşiret yapıları, genellikle modern eğitime ve değişime direnç gösterirler. Eğitim ve modernleşme, ulusal birlik ve uluslaşma için kritik öneme sahiptir. Aşiretçilik, bu süreçleri yavaşlatarak ulus-devletin modernleşmesini ve ulusal birliğin pekişmesini zorlaştırır.

Bölgeselcilik ve Ayrılıkçılık

Aşiretçilik, bölgeselcilik ve ayrılıkçılık eğilimlerini körükleyebilir. Aşiretler, belirli bir coğrafi bölgede yoğunlaşmış olabilirler ve bu bölgelerdeki aşiretler, merkezi otoriteye karşı kendi bağımsızlıklarını savunabilirler. Bu durum, ulusal birliğe zarar verir ve ulus-devletin toprak bütünlüğünü tehdit eder.

Aşiretçilik, ulusal birlik ve uluslaşma sürecinde önemli engeller oluşturmaktadır. Kolektif kimliklerin çatışması, siyasi güç dağılımındaki adaletsizlikler, sosyal ve ekonomik eşitsizlikler, hukukun üstünlüğü prensibinin zayıflaması, modernleşme ve eğitim süreçlerinin yavaşlaması ve bölgeselcilik eğilimleri, aşiretçiliğin uluslaşma önündeki temel engelleri olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle, aşiretçiliğin etkilerinin azaltılması ve ulusal birliğin güçlendirilmesi için kapsayıcı ve bütüncül politikalar geliştirilmelidir. 

Read More

Büyük ve Müreffeh Kurdistan İçin

CAHİT ÇAGABEY

 Kalbimizin derinliklerinden yükselen bir özlemdir Kurdistan. Asırlardır süregelen bir hayal, bir umut ve bir sevda. Bu sevda, dağların doruklarından, ovaların enginliğine kadar her karış toprağımıza işlenmiş durumda. Tarihin sayfalarında yerini bulamasa da, halkının gönlünde taht kurmuş olan bu diyar, bizlere bir arada olmanın, birlikte nefes almanın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor.

Kurdistan, her sabah güneşin doğduğu, her akşam yıldızların parladığı bir cennet. Bu topraklar, sadece doğanın güzellikleriyle değil, insanlarının sıcaklığı, misafirperverliği ve kültürel zenginlikleriyle de bilinir. Her bir köyünde, kasabasında ve şehrinde tarihin izlerini, büyük bir mirası barındırır.

Ancak, Kurdistan sadece bir coğrafi alan değildir. O, halkının umutları, hayalleri ve özlemleridir. Geçmişin zorluklarına, acılarına ve mücadelelerine rağmen dimdik ayakta durmayı başaran bir halkın hikayesidir. Bu hikaye, her bir Kürt'ün kalbinde yankılanan, geleceğe dair inancını pekiştiren bir destandır.

Bir gün, büyük ve müreffeh bir Kurdistan'da yaşamak, halkımızın en büyük arzusudur. Bu hayal, yalnızca fiziksel sınırlarla değil, aynı zamanda barış, adalet ve eşitlik gibi evrensel değerlerle de şekillenir. Her bir vatandaşın özgürce yaşadığı, çocukların neşe içinde koşup oynadığı, gençlerin hayallerini gerçekleştirdiği bir Kurdistan... İşte bu, bizim en büyük ümidimizdir.


Müreffeh bir Kurdistan, sadece ekonomik refahla değil, aynı zamanda kültürel zenginliklerin korunması ve geliştirilmesiyle de anlam kazanır. Geleneklerimize, dilimize, müziğimize ve danslarımıza sahip çıkmak, bu büyük hayalin ayrılmaz bir parçasıdır. Her bir ezgi, her bir şiir, halkımızın ruhunu yansıtır ve bizlere kim olduğumuzu hatırlatır.

Birlik ve beraberlik, bu hayalin gerçekleşmesindeki en önemli adımlardır. Farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görüp, ortak değerlerimiz etrafında kenetlenmeliyiz. Birlikte hareket ettiğimizde, hiçbir engel bizi durduramaz. Dağların, vadilerin ve nehirlerin ayırdığı değil, birleştirdiği bir coğrafya hayal ediyoruz.

Sevgili halkım, büyük ve müreffeh bir Kurdistan için çalışmak, her birimizin sorumluluğudur. Gelecek nesillerimize bırakacağımız en değerli miras, onların özgürce, güven içinde ve mutlu bir şekilde yaşayabilecekleri bir yurt olacaktır. Bu hayal, hepimizin kalbinde yankılanan bir melodi, gözlerimizde parlayan bir ışık olarak kalmalıdır.

Sonuç olarak, büyük ve müreffeh bir Kurdistan için el ele vermek, birlikte çalışmak ve hiç bitmeyen bir inançla ileriye bakmak zorundayız. Bu hayal, sadece bir ütopya değil, gerçekleştirebileceğimiz bir gerçektir. Hepimizin içinde yanan bu ateş, bir gün mutlaka Kurdistan'ı aydınlatacak ve bizleri hak ettiğimiz geleceğe taşıyacaktır.

Bir gün, büyük ve müreffeh Kurdistan'da buluşmak dileğiyle...

Read More

SELAHATTİN EYYUBİ

      SELAHATTİN EYYUBİ KİMDİR
Selahaddin Eyyubi, 1137 veya 1138 yılında Tikrit'te doğdu ve 4 Mart 1193'te Şam'da öldü. Asıl adı Yusuf bin Eyyub olan Selahaddin, Eyyubi Hanedanı'nın kurucusu ve ünlü İslam komutanlarından biridir. Haçlı Seferleri döneminde Kudüs'ü Haçlılardan geri almasıyla tanınır.

Gençliği ve Eğitim

Selahaddin, Kürt  bir ailenin çocuğuydu. Babası Necmeddin Eyyub ve amcası Esedüddin Şêrgoh, Zengiler Hanedanı'nın hizmetindeydi. Selahaddin, gençliğinde İslami ilimler, tarih ve edebiyat üzerine eğitim aldı. Aynı zamanda savaş sanatları konusunda da eğitildi.

Yükselişi

Selahaddin'in askeri kariyeri, amcası Şirkuh'un Mısır seferlerine katılmasıyla başladı. Şirkuh, Fatımiler'in veziri olduğunda, Selahaddin de onun yardımcısı olarak görev yaptı. Şirkuh'un 1169'da ölümü üzerine, Selahaddin Mısır'ın veziri oldu. 1171'de Fatımi Halifeliği'ne son vererek Mısır'ı Abbasi Halifeliği'ne bağladı ve Eyyubi Hanedanı'nın temellerini attı.

Kudüs'ün Fethi

Selahaddin, Zengi Hanedanı'nın hükümdarı Nureddin Mahmud Zengi'nin ölümünden sonra Suriye ve Mısır'da kontrolü ele geçirdi. 1187'de Hittin Savaşı'nda Haçlıları yenerek Kudüs'ü ele geçirdi. Kudüs'ün fethi, İslam dünyasında büyük bir zafer olarak kabul edildi ve Selahaddin'in ününü arttırdı.

Üçüncü Haçlı Seferi

Selahaddin'in Kudüs'ü fethi, Avrupa'da büyük bir yankı uyandırdı ve Üçüncü Haçlı Seferi'ne yol açtı. İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard, Fransa Kralı II. Philippe ve Kutsal Roma İmparatoru I. Friedrich Barbarossa'nın liderliğindeki Haçlılar, Selahaddin'e karşı sefer düzenledi. Uzun süren çatışmalar sonucunda 1192'de Selahaddin ile Richard arasında bir ateşkes anlaşması yapıldı. Bu anlaşma sonucunda Kudüs Müslümanların elinde kalırken, Hristiyanların şehre hac ziyareti yapmalarına izin verildi.

Ölümü ve Mirası

Selahaddin, 4 Mart 1193'te Şam'da vefat etti. Ölümü, İslam dünyasında büyük bir üzüntüyle karşılandı. Selahaddin, hem askeri başarıları hem de merhameti ve adaletiyle tanındı. O dönemde hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar arasında saygı gördü. Selahaddin'in kurduğu Eyyubi Hanedanı, onun ölümünden sonra da bir süre daha varlığını sürdürdü.

Selahaddin Eyyubi, günümüzde de İslam dünyasında ve tarih meraklıları arasında saygı ve hayranlıkla anılmaktadır. Özellikle Kudüs'ü Haçlılardan geri alması ve gösterdiği insaniyetle tarih sayfalarında önemli bir yer tutmaktadır.

Read More

Şeytan Öldüren Kürt Hançeri Efsanesi

Şeytan Öldüren Kürt Hançeri efsanesi

Kürt Çocukları yüzyıllar boyunca Şeytan Öldüren Kürt Hançeri efsanesini ve korkusuz savaşçıların kahramanlıklarını bilge MAGİ'lerin sesinden dinledi o hikayelerle büyüdü.

Hançerin nerede olduğu bilinmiyor, ancak efsane, her karanlık çağda yeniden ortaya çıkacağı ve şeytanlara karşı savaşan bir kahramanın elinde yeniden parlayacağı söylenir.
 
Elbistan Dağları’nın derinliklerinde, bir gün hançerin ışığını tekrar göreceklerine inanan Kürtler bu efsaneyi nesilden nesile aktarmaya devam ediyor.

Elbistan Dağları’nın eteklerinde, eski çağlarda yaşamış olan bir Kürt kabilesi vardı. Bu kabilenin savaşçıları, cesaretleri ve dövüş becerileriyle ünlüydü. Ancak onların en büyük sırrı, "Şeytan Öldüren Kürt Hançeri" olarak bilinen efsanevi bir silaha sahip olmalarıydı.

Bu hançerin hikayesi, kabilenin en bilge MAGİ'si olan Dara'ya dayanır. Dara, rüyasında dev bir ejderhanın ateşinden dövülmüş, gökyüzünden düşen bir yıldızın metalinden yapılmış bir hançeri görmüştü. Bu hançerin, karanlık güçleri ve şeytanları yenme gücüne sahip olduğu söyleniyordu. Rüyasını kabilenin reislerine anlatan Dara, bu kutsal görevi üstlenerek hançeri bulmak için yola çıktı.

Aylar süren zorlu bir yolculuğun ardından Dara, gizemli bir mağarada hançeri buldu. Hançer, mistik sembollerle işlenmiş, kınında bile parlayan bir ışıltıya sahipti. Dara, hançeri alıp geri döndüğünde, kabilenin geleceğinin değişeceğini biliyordu.

Dara, hançeri kabile reislerine sunarken, hançerin gücünü nasıl kullanacaklarını da öğretti. Hançer, sadece doğru niyet ve kalbin saflığı ile kullanıldığında gerçek gücünü gösteriyordu. Bir gece, kabileyi tehdit eden bir grup şeytan ve karanlık varlıklar Elbistan Dağları’ndan saldırıya geçti. Savaşçılar, Şeytan Öldüren Kürt Hançeri’nin rehberliğinde bu karanlık güçlere karşı koydular.

Kabilenin en cesur savaşçı olan Dara, hançeri eline aldığında, hançerin gücü tüm bedenine yayıldı. Bir gölge gibi hareket eden Dara, karanlık varlıkları birer birer alt etti. Hançer, her darbesinde şeytanların karanlık enerjisini emiyor, onları yok ediyordu. Savaşın sonunda, hançerin ışığı o kadar güçlüydü ki, karanlık varlıklar tamamen yok oldu ve dağlar yeniden huzura kavuştu.

Bu zaferden sonra, hançer kabile için kutsal bir emanet haline geldi. Her kuşakta, hançerin koruyucusu olarak seçilen bir savaşçı, onunla birlikte yetiştirildi. Efsane, hançerin gücünün sonsuz olduğu ve onu taşıyan kişinin şeytanları alt edebileceği inancını yaşattı.

Read More

NUH PEYGAMBERİN ÜLKESİ KURDİSTAN

 


Nuh Peygamber'in gemisinin nereye indiği konusu, kutsal kitaplarda çeşitli şekillerde ele alınmıştır. Bu konuyu Tevrat (Eski Ahit), İncil (Yeni Ahit) ve Kur'an-ı Kerim bağlamında inceleyerek analiz edelim.

Tevrat (Eski Ahit)

Tekvin (Yaratılış) 8:4'te, Nuh'un gemisinin indiği yer şöyle belirtilir:

Yedinci ayın on yedinci günü, gemi Ararat dağlarına oturdu."

Ararat dağları" ifadesi, modern coğrafyada Ağrı Dağı olarak bilinen bölgeyi işaret eder. Bu bölge, Türkiye sınırları içerisinda bulunan Kuzey Kürdistan'ın, Ermenistan sınırına yakın bir yerdedir. Tarihsel olarak, bu bölge geniş anlamda Kürdistan olarak kabul edilir.

İncil (Yeni Ahit)

İncil'de, Nuh'un gemisiyle ilgili detaylar genellikle Tevrat'taki metinlere atıfta bulunur. Dolayısıyla, Yeni Ahit'te doğrudan bir alıntı bulunmaz, ancak Hristiyan teolojisi Tevrat'ın bu kısmını kabul eder ve yorumlar.

Kur'an-ı Kerim

Kur'an'da Nuh Peygamber'in kıssası çeşitli surelerde anlatılır. Gemiyle ilgili en belirgin ayetlerden biri şudur:

Hud Suresi 44. Ayet:

"Ve denildi ki: Ey yer, suyunu yut! Ve ey gök, (suyunu) tut! Su çekildi, iş bitirildi, gemi de Cudi üzerine oturdu ve 'Zalimler topluluğu Allah'ın rahmetinden uzak olsun!' denildi." 

Burada geminin Cudi Dağı'na oturduğu belirtilmiştir. Cudi Dağı, modern coğrafyada Türkiye'nin Şırnak ilinde yer almakta ve bu bölge de Kürdistan olarak kabul edilen alan içinde bulunmaktadır.

Tevrat ve Kur'an'da geçen iki farklı dağ ismi (Ararat ve Cudi) arasında bazı yorum farklılıkları olsa da, her iki dağın da genel olarak Mezopotamya'nın kuzeyinde, bugünkü Kürdistan bölgesinde yer aldığı kabul edilir. Ararat Dağı, Ağrı Dağı olarak bilinen bölgede olup, Cudi Dağı ise Şırnak ilinde bulunmaktadır. Bu iki dağın coğrafi yakınlığı, her iki kutsal kitapta da geminin iniş yerinin geniş anlamda Kürdistan olarak kabul edilen bölgeye işaret ettiğini göstermektedir.

Sonuç olarak, hem Tevrat (Eski Ahit) hem de Kur'an-ı Kerim'de geçen yer tanımlamaları, Nuh Peygamber'in gemisinin indiği yerin Kürdistan bölgesi olduğuna dair bir çıkarım yapmamıza olanak tanır. Bu bağlamda, kutsal kitaplardan yapılan alıntılarla, Nuh'un gemisinin Kürdistan'a indiği iddiasını desteklemek mümkündür.

Read More

Kanî'ya Pîrè

 

Kolibaba dağının zirvesinde koyun sürüsü ve başlarında bir yaşlı kadın betimlemesi olan bir grup kaya var hemen önlerinde ise yerden çıkan bir su kaynağı bulunuyor, Çeşmenin adıda Kanîya Pîrê olarak bilinilir, Efsaneye göre Pîrê (yaşlı kadın) sürüsünü Kolibaba dağının tepesinde otlatırken su bulamaz sürünün telef olmaması için Tanrıdan hayvanlarını sulayacak bir çeşme ister bunun içinde yedi tane kurban keseceğini ahd eder, yaşlı kadının duası kabul olur orada Kolibaba dağının tepesinde yerden su fışkırır ama yaşlı kadın ahdını unutur ve sözünü yerine getirmez bu nedenle yaşlı kadın ve sürüsü orada taş olurlar.

Read More

Mehmet Uzun - ∞

 

Mehmet Uzun
Yazar Mehmet Uzun

Mehmet Uzun, modern Kürt edebiyatının önde gelen isimlerinden biridir. 1953 yılında Diyarbakır'da doğan Uzun, genç yaşlarda edebiyata ilgi duymaya başlamış ve Kürt kültürünü yazılarında yoğun bir şekilde işlemiştir. Özellikle romanları ve denemeleri ile tanınan Mehmet Uzun, Kürt dilinin ve kültürünün savunucusu olarak önemli bir rol oynamıştır.

Mehmet Uzun’un yazın hayatı, 1977 yılında İsveç’e siyasi sığınmacı olarak gitmesiyle daha da belirginleşmiştir. İsveç'te bulunduğu süre boyunca Kürt dilinin gelişimine katkıda bulunmuş ve burada eserlerini kaleme almıştır. İlk romanı "Tu", 1985 yılında yayımlanmış ve Kürt edebiyatında bir mihenk taşı olarak kabul edilmiştir. Bu eserini "Siya Evînê" (Aşkın Gölgesinde), "Hawara Dîcleyê" (Dicle’nin Sesi) ve "Mirina Kalekî Rind" (Yaşlı Rind’in Ölümü) Aşk gibi aydınlık ölüm gibi karanlık, gibi diğer önemli eserler takip etmiştir.

Mehmet Uzun’un eserlerinde, Kürt halkının tarihsel ve kültürel mirası, yaşam mücadeleleri ve kimlik arayışları işlenir. Ayrıca, insan hakları ve özgürlük temaları da sıkça işlenir. Yazar, eserlerinde yalın ve etkileyici bir dil kullanarak okuyucuyu derinden etkilemeyi başarmıştır.

2005 yılında Türkiye’ye dönen Mehmet Uzun, burada da yazmaya ve konferanslar vermeye devam etmiştir. Ancak sağlık sorunları nedeniyle aktif yazın hayatını sürdürmekte zorlanmıştır. Mehmet Uzun, 11 Ekim 2007 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Ancak bıraktığı eserler ve Kürt kültürüne yaptığı katkılarla hala hatırlanmaktadır.

Mehmet Uzun, Kürt edebiyatının ve kültürünün dünya çapında tanınmasına önemli katkılar sağlamış bir yazardır. Eserleri, sadece Kürt edebiyatının değil, genel olarak dünya edebiyatının da önemli parçaları arasında yer almaktadır. Edebi kariyerinin yanı sıra, insan hakları savunucusu olarak da tanınan Uzun, ardında bıraktığı zengin miras ile her zaman anılacaktır. 

Read More

Kürt Tarihinde Dengbèjllik ve Masal Anlatıcılığı


Dengbèjlik, Kürt kültüründe derin kökleri olan bir gelenektir ve Kürt sözlü tarihinin önemli bir parçasıdır. Bu gelenek, tarih boyunca Kürt halkının yaşamını, kültürünü, değerlerini ve olaylarını sözlü olarak nesilden nesile aktaran bir araç olmuştur. 

Dengbèjler, müzikal ve sözlü anlatımlarıyla, sadece eğlendirme amacı gütmeyip aynı zamanda toplumsal hafızayı canlı tutmayı başarmışlardır. Bu araştırma yazısında, dengbejliğin Kürt sözlü tarihi üzerindeki katkıları ve masal anlatıcılığı geleneği üzerine duracağız.
Dengbejlik, Kürtçe’de “ses” anlamına gelen “deng” ve “söylemek” anlamına gelen “bej” kelimelerinin birleşiminden oluşur. Dengbejler, geleneksel olarak saz ya da benzeri bir müzik aleti eşliğinde, genellikle doğaçlama olarak, tarihi olayları, destanları, aşk hikayelerini ve trajedileri anlatan kişilerdir. Bu anlatımlar, Kürt toplumunda sözlü edebiyatın ana unsurlarından birini oluşturur ve çoğu zaman melodik bir şekilde icra edilir.

Dengbejliğin Kürt Sözlü Tarihine KatkılarıTarihi Bilgi ve Kültürel Hafıza: Dengbejler, geçmişte yaşanan önemli olayları, savaşları, göçleri ve kahramanlıkları detaylı bir şekilde anlatmışlardır. Bu anlatılar, yazılı kaynakların sınırlı olduğu dönemlerde Kürt tarihinin korunmasına ve aktarılmasına yardımcı olmuştur.

Dil ve Edebiyat: Dengbèjlik, Kürt dilinin korunması ve gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Dengbejlerin kullandığı zengin ve renkli dil, Kürtçe’nin edebi yönünü güçlendirmiştir. Bu anlatımlar, dilin farklı lehçeleri arasında bir köprü oluşturmuş ve dilin sürekliliğini sağlamıştır.

Toplumsal Değerler ve Normlar: Dengbèjler, hikayeleri aracılığıyla toplumsal değerleri, ahlaki normları ve gelenekleri aktarmışlardır. Bu anlatılar, bireyler ve topluluklar arasındaki bağları güçlendirerek, toplumsal uyumu sağlamıştır.


Dengbej

Masal Anlatıcılığı Geleneği

Masal anlatıcılığı, dengbejliğin bir parçası olarak Kürt kültüründe önemli bir yere sahiptir. Masallar, genellikle fantastik ögeler içerir ve didaktik bir yapıya sahiptir. Kürt masalları, çocuklara ahlaki dersler vermek, onları eğlendirmek ve hayal güçlerini geliştirmek amacıyla anlatılır.

Masal Türleri
  1. Efsaneler (Çîrok): Genellikle tarihi olayları veya önemli şahsiyetleri konu alır. Bu tür masallar, halkın belleğinde önemli bir yere sahiptir ve çoğu zaman gerçek olaylara dayanır.

  2. Peri Masalları: Fantastik ögelerle bezeli bu masallar, hayal gücünü harekete geçirir ve dinleyicilere büyülü dünyaların kapılarını aralar.

  3. Hayvan Masalları: Hayvan karakterlerin rol aldığı bu masallar, genellikle ahlaki dersler içerir ve çocukların hayvanlar aracılığıyla insan davranışlarını anlamalarına yardımcı olur.

Masal Anlatıcılığının Rolü

Masal anlatıcılığı, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda eğitimsel bir işlev de görür. Masal anlatıcıları, çocuklara ve gençlere kültürel değerleri ve normları öğretir. Bu süreçte, hayal gücünü ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirir.

Dengbèjlik ve masal anlatıcılığı, Kürt kültüründe sözlü tarihin korunması ve aktarılması açısından hayati öneme sahiptir. Dengbejler ve masal anlatıcıları, tarihsel bilgileri, toplumsal değerleri ve kültürel mirası gelecek nesillere aktaran önemli figürlerdir. Bu gelenekler, sadece Kürt kültürünün devamlılığını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda zengin ve derin bir kültürel mirasın korunmasına da yardımcı olur. Bu nedenle, dengbejlik ve masal anlatıcılığı geleneklerinin yaşatılması ve desteklenmesi, kültürel çeşitliliğin ve tarihsel bilincin korunması açısından büyük önem taşımaktadır.


Read More

Akrostiş KURDİSTAN

 

Kurdistan da güneş doğuyor

Karşılaştığım ilk şey, Kürdistan’ın büyüleyici doğası ve insanlarının misafirperverliğiydi. Dağların eteklerinde uzanan köyler, antik kalıntılar ve modern şehirlerin bir arada var olduğu bu topraklar, adeta bir zaman yolculuğuna davet eder gibiydi.

Uzun yıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kürdistan, tarih boyunca önemli bir kültürel ve ticari merkez olmuştur. Her köşesi, geçmişten günümüze uzanan bir hikaye anlatır.

Renkli ve çeşitli etnik grupların barış içinde yaşadığı bu coğrafyada, Kürtler, Araplar, Türkmenler ve diğer topluluklar bir arada bulunur. Bu çeşitlilik, bölgenin kültürel dokusunu daha da zenginleştirir.

Dağlık arazisi ve doğal güzellikleri ile ünlü olan Kürdistan, doğa sporları ve ekoturizm için ideal bir yerdir. Yürüyüş yolları, dağ tırmanışları ve nehir gezileri, ziyaretçilere eşsiz deneyimler sunar.

İnsanları, geleneklerine ve kültürel miraslarına sıkı sıkıya bağlıdır. Müzik, dans ve edebiyat, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır ve nesilden nesile aktarılır.

Sanatsal faaliyetler ve el sanatları da Kürdistan’ın önemli bir parçasıdır. Halıcılık, dokumacılık ve taş işçiliği gibi geleneksel sanatlar, bölgenin ekonomik ve kültürel hayatında büyük bir rol oynar.

Tarihi eserler ve arkeolojik alanlar, Kürdistan’ın geçmişine ışık tutar. Her biri, bu toprakların zengin tarihini ve medeniyetler arası etkileşimini gözler önüne serer.

Adeta bir kültürel mozaik olan Kürdistan, hem yerli hem de yabancı turistler için keşfedilmeyi bekleyen bir cennettir. Her ziyaretçi, bu eşsiz coğrafyanın büyüsüne kapılmaktan kendini alamaz.

Nihayetinde, Kürdistan, tarihi ve kültürel zenginlikleri, doğal güzellikleri ve misafirperver insanları ile unutulmaz bir deneyim sunar. Bu topraklar, tarih boyunca olduğu gibi bugün de barış ve kardeşlik içinde yaşamaya devam ediyor.

Read More

Bütün Yollar Kürdistan'dan geçer

         
Tarihin derinliklerine yolculuk ettiğimizde, uygarlıkların yükselip düştüğü, kültürlerin birbirleriyle harmanlandığı ve ticaretin damar gibi yayıldığı bir coğrafyanın önemini daha iyi kavrarız. İşte bu coğrafyanın kalbinde, Kürdistan yer alır. Kürdistan, stratejik konumu sayesinde tarih boyunca birçok önemli ticaret yolunun kesişim noktası olmuş, Doğu ile Batı arasında köprü görevi görmüştür. Çin’den Roma’ya, Hindistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan geniş ticaret ağlarının düğüm noktası olarak, bu bölge sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve siyasi açıdan da büyük bir öneme sahip olmuştur. 
İpek Yolu, Kral Yolu ve Baharat Yolu gibi dünya tarihine yön veren ana ticaret yolları Kürdistan topraklarından geçerken, yerel kervan yolları da bu toprakların ticari canlılığını pekiştirmiştir. Dicle ve Fırat nehirleriyle sağlanan su yolu taşımacılığı, kervan yollarıyla birleşerek Kürdistan’ı tarihin en dinamik ticaret merkezlerinden biri haline getirmiştir. Bu yollar sayesinde sadece ticaret malları değil, fikirler, inançlar ve kültürler de taşınmış, Kürdistan, medeniyetlerin buluşma noktası olmuştur.
Bugün, tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu kadim toprakların hikayesini yeniden keşfederken, tüm yolların Kürdistan’dan geçtiğini bir kez daha hatırlıyoruz. Bu ticaret yollarının izleri, bize insanlık tarihinin ne kadar bağlı ve etkileşimde olduğunu göstermektedir. Kürdistan'ın zengin mirası, sadece fiziksel yollarla değil, aynı zamanda kültürel ve tarihsel bağlarla da dünya ile iç içe olmuştur. İşte bu nedenle, Kürdistan’ı anlamak, aslında tüm dünya tarihini ve insanlığın ortak mirasını anlamaktır
          Kürdistan, Mezopotamya, Anadolu, İran ve Kafkasya gibi medeniyetlerin kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca ticaretin önemli merkezlerinden biri olmuştur. İşte Kürdistan'daki önemli ticaret yolları hakkında bazı bilgiler.

İpek Yolu Çin'den başlayarak Orta Asya üzerinden Batı Asya'ya ve Avrupa'ya uzanan bir ticaret yoludur. Bu yol üzerinde ipek, baharat, değerli taşlar ve diğer lüks mallar taşınırdı. İpek Yolu'nun bazı kolları Kürdistan'dan geçerek bölgenin ticaret ve kültürel etkileşimde önemli rol oynamasını sağlamıştır.

Kral Yolu Pers İmparatorluğu tarafından inşa edilen Kral Yolu, Ege Denizi'ndeki Sardes şehrinden başlayarak, Mezopotamya'daki Susa'ya kadar uzanan bir ticaret yoludur. Bu yol, ticaret mallarının hızlı ve güvenli bir şekilde taşınmasını sağlamıştır. Yolun bir kısmı Kürdistan'dan geçmekteydi ve bu durum bölgeyi ticaretin merkezi haline getirmiştir.


Baharat Yolu, Hindistan ve Güneydoğu Asya'dan Akdeniz'e kadar uzanan, baharat ve diğer lüks malların taşındığı bir ticaret yoludur. Bu yolun bazı kolları Kürdistan'dan geçmekteydi ve bu sayede bölge, Doğu ile Batı arasındaki ticaretin önemli bir noktası haline gelmiştir.

Kervan Yolları birçok yerel kervan yolu mevcuttu. Bu yollar, yerel ve bölgesel ticaretin bel kemiğini oluşturuyordu. Kervanlar, bu yolları kullanarak tarım ürünleri, hayvansal ürünler, el yapımı eşyalar ve diğer malları taşırdı. Bu yolların güvenliği ve bakımı, bölgedeki ticaretin sürekliliği için kritikti.

Dicle ve Fırat Nehirleri, Kürdistan'ın önemli su yollarıdır. Bu nehirler boyunca yapılan taşımacılık, hem ticaretin kolaylaşmasını sağlamış hem de bölgedeki şehirlerin ekonomik olarak gelişmesine katkıda bulunmuştur. Nehir yolları, büyük miktarda malın hızlı ve ekonomik bir şekilde taşınmasını mümkün kılmıştır.

Bağdat Demiryolu yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen Bağdat Demiryolu, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Almanya ile işbirliği içinde gerçekleştirilmiştir. Bu demiryolu, İstanbul'dan başlayarak Bağdat'a kadar uzanmış ve ticaretin modernleşmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Kürdistan'dan geçen bu demiryolu hattı, bölgenin ekonomik yapısında büyük değişimlere neden olmuştur.

Kürdistan, tarih boyunca önemli ticaret yollarının kesişim noktasında yer alarak ticaretin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bu yollar sayesinde bölge, hem ekonomik hem de kültürel olarak zenginleşmiştir. Ticaret yollarının sağladığı bu avantajlar, Kürdistan'ın tarihsel süreçte stratejik ve ticari bir merkez olmasına neden olmuştur.
Read More

Siyaset ve Politika'nın Etimolojik Kökeni

 

Siyaset, toplumları yönlendiren, düzenleyen ve yöneten faaliyetlerin tümünü kapsayan geniş bir kavramdır. Bu terim, tarih boyunca farklı anlam ve işlevler kazanmış ve çeşitli dillerde farklı şekillerde ifade edilmiştir. Bu yazıda, "siyaset" kelimesinin etimolojik kökeni ve tarihsel gelişimi ele alacağım.

Siyaset Kelimesinin Etimolojik Kökeni

"Siyaset" kelimesi, Arapça kökenlidir ve "seyis" kelimesinden türemiştir. Arapçada "seyis" kelimesi, at bakıcısı veya terbiyecisi anlamına gelir. Bu bağlamda, "siyaset" kelimesi başlangıçta atların eğitimi ve yönetimi ile ilgili faaliyetleri ifade etmek için kullanılmıştır. Zamanla bu kelime, daha geniş anlamda yönetim, idare ve düzenleme gibi kavramları kapsayacak şekilde evrilmiştir.

Arapça'daki Anlamı ve Kullanımı

Arapçada "siyasa" kelimesi, yönetmek, idare etmek ve düzenlemek anlamlarına gelir. İslam dünyasında, özellikle Abbasi döneminde, devlet yönetimi ve kamu idaresi konularında kullanılan önemli bir terim haline gelmiştir. İbn Haldun'un "Mukaddime" adlı eserinde, siyaset terimi, devlet yönetimi ve sosyal düzenin sağlanması bağlamında sıkça geçmektedir.

Osmanlı Türkçesi ve Günümüz Türkçesi

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Arapça'dan alınan birçok kelime gibi "siyaset" de Türkçe'ye girmiş ve devlet yönetimi, idare ve politika anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlıca metinlerde, "siyaset" terimi hem devlet işlerini düzenlemek hem de belirli kurallara göre yönetmek anlamında geniş bir kullanım alanı bulmuştur.

Cumhuriyetin ilanından sonra, modern Türkçede de bu terim, politika ve devlet yönetimi anlamında kullanılmaya devam etmiştir. Günümüzde siyaset, hükümetlerin ve siyasi partilerin faaliyetlerini, devlet yönetimini ve kamu politikalarını ifade eden geniş bir kavramdır.

Diğer Dillerde Siyaset Kavramı

"Siyaset" kelimesinin Arapça kökenli olmasına rağmen, politika kavramı dünya genelinde farklı dillerde çeşitli terimlerle ifade edilmektedir. Örneğin:

İngilizce: Politics
Fransızca: Politique
Almanca: Politik
İtalyanca: Politica
İspanyolca: Política

Bu dillerde kullanılan terimler, genellikle Antik Yunan'da şehir devletlerinin yönetimi anlamına gelen "polis" kökünden türemiştir. Bu köken, Batı siyaset terminolojisinin temelini oluşturmaktadır.

Siyaset kelimesi, Arapça kökenli olup, başlangıçta at bakıcılığı ve yönetimi anlamında kullanılmış, zamanla daha geniş bir yönetim ve idare anlamı kazanmıştır. Osmanlıca'dan günümüz Türkçesine kadar süregelen bu terim, modern devlet yönetimi ve politika kavramlarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Farklı dillerde ise siyaset kavramı, genellikle Antik Yunan kökenli terimlerle ifade edilmektedir.

Siyaset, toplumsal düzenin sağlanması ve korunması için vazgeçilmez bir unsurdur. Bu nedenle, kelimenin kökeni ve tarihsel gelişimi, siyaset biliminin anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Read More

Felsefi Açıdan Zerdüştçülük


 

Giriş

Zerdüştçülük, kökeni eski İran'a dayanan ve dünyanın en eski tek tanrılı dinlerinden biri olan bir inanç sistemidir. Kurucusu, Zerdüşt (Zarathustra) olarak bilinir ve onun öğretileri, Avesta adlı kutsal kitapta toplanmıştır. Zerdüştçülük, yalnızca dini bir sistem olmanın ötesinde, derin felsefi düşünceler barındırır ve ahlaki, kozmolojik ve metafizik sorulara yanıt arar.

Zerdüştçülüğün Temel İlkeleri

Zerdüştçülüğün temel ilkeleri, Ahura Mazda adlı tek tanrının varlığı, iyilik ve kötülüğün sürekli mücadelesi, ve insanların bu mücadeledeki rolüdür. Ahura Mazda, evrenin yaratıcısı ve iyiliğin temsilcisidir. Onun karşıtı ise Angra Mainyu (Ahriman) olarak bilinen kötülük ilkesidir. Bu dualist yapı, Zerdüştçülüğün ahlaki ve kozmolojik temelini oluşturur.

İyilik ve Kötülüğün Mücadelesi

Zerdüştçülük, iyilik ve kötülüğün mücadelesine dair güçlü bir dualist anlayışa sahiptir. İyilik, Asha (doğru düzen, hakikat) ile temsil edilirken, kötülük Druj (yalan, kaos) ile temsil edilir. İnsanların temel görevi, Asha'nın tarafında yer almak ve Druj'a karşı mücadele etmektir. Bu, ahlaki sorumluluğun merkezi bir öğesidir ve bireyin eylemlerinin evrensel düzene katkıda bulunduğu inancını taşır.

Özgür İrade ve Ahlaki Sorumluluk

Zerdüştçülük, insanın özgür iradesine büyük önem verir. İnsanlar, iyilik ve kötülük arasında seçim yapma özgürlüğüne sahiptir ve bu seçimler onların kaderini belirler. Bu bağlamda, Zerdüştçülük, bireyin ahlaki sorumluluğunu vurgular ve iyi düşünceler (Humata), iyi sözler (Hukhta) ve iyi eylemler (Hvarshta) ilkesini öne çıkarır. Bu üç ilke, Zerdüştçü ahlak anlayışının temel taşlarıdır.

Kozmoloji ve Evrenin Doğası

Zerdüştçülüğün kozmolojisi, evrenin sürekli bir yaratılış ve yıkım döngüsünde olduğu inancını içerir. Ahura Mazda, evreni iyi ve düzenli bir şekilde yaratmıştır, ancak Angra Mainyu'nun müdahalesiyle bu düzen bozulur. Zerdüştçülüğe göre, nihai zafer iyiliğin olacaktır ve evren yeniden saf bir hale dönecektir. Bu eskatolojik görüş, Zerdüştçü teolojinin önemli bir parçasıdır ve evrensel bir yeniden doğuş inancını barındırır.

Felsefi Etkiler ve Miras

Zerdüştçülüğün felsefi etkileri, Antik Yunan'dan Orta Çağ İslam düşüncesine kadar geniş bir yelpazede hissedilmiştir. Platon ve diğer Yunan filozofları, Zerdüştçü dualizmi ve ahlak anlayışını incelemişlerdir. Ayrıca, Zerdüştçülüğün özgür irade ve ahlaki sorumluluk kavramları, Hristiyanlık ve İslam gibi büyük monoteistik dinler üzerinde de etkili olmuştur.

Sonuç

Zerdüştçülük, sadece bir din değil, aynı zamanda derin felsefi düşünceler içeren bir yaşam felsefesidir. İyilik ve kötülüğün mücadelesi, özgür irade, ahlaki sorumluluk ve kozmolojik döngüler gibi konular, Zerdüştçü düşüncenin temel unsurlarıdır. Bu unsurlar, insanlık tarihine önemli bir felsefi miras bırakmış ve birçok düşünür tarafından derinlemesine incelenmiştir. Zerdüştçülük, hem tarihsel hem de felsefi açıdan incelenmeye değer zengin bir gelenektir.

Read More

Dönüşüm

 


2012 yılının soğuk bir kış sabahı, Moskova’dan başlayıp Sibirya’nın derinliklerine kadar uzanan zorlu bir yolculuğa çıktım. Tren raylarının üzerinde ilerlerken, camdan dışarıya baktığımda karla kaplı sonsuz ormanları görüyordum. Bu yolculuk, sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da beni dönüştürecekti. Zira, hayatımda ilk kez kendimi bu kadar yalnız ve aynı zamanda bu kadar özgür hissediyordum."

Read More

Söz'ün Önemi ve Söz Kavramı Üzerine Düşünceler

Söz, insanlık tarihinin başlangıcından beri iletişimin temel aracı olmuştur. Dilin ve sözün gücü, insan ilişkilerinde, kültürel aktarımda ve toplumsal yapının inşasında belirleyici rol oynar. Felsefi ve edebi bağlamda, sözün önemi üzerine birçok düşünür ve yazar derinlemesine düşünceler geliştirmiştir.

Söz ve Hakikat

Platon'a göre, söz (logos), hakikatin ifadesidir. Platon'un mağara alegorisinde, mağaradan çıkan birey hakikati ve aydınlanmayı temsil ederken, bu aydınlanmanın başkalarına aktarılması söz aracılığıyla gerçekleşir. Platon, hakikatin kelimelerle ifade edilebileceğine inanırken, bu sürecin dikkat ve özen gerektirdiğini vurgular.

Nietzsche ise sözün ve dilin hakikati tam olarak yansıtamayacağını, aksine dilin hakikati çarpıtabileceğini öne sürer. Ona göre, kelimeler hakikatin birer yansıması değil, insan zihninin soyutlamalarından ibarettir. Bu bakış açısı, dilin ve sözün sınırlarını sorgulamamıza neden olur ve hakikat ile söz arasındaki karmaşık ilişkiyi gözler önüne serer.

Sözün Gücü ve Etkisi

Albert Camus, "Söz, düşüncenin ifadesidir" diyerek sözün düşünceleri şekillendirmedeki rolünü vurgular. Camus'nün bu görüşü, dilin ve sözün düşünceyi yönlendirebilme kapasitesini ortaya koyar. Bu bağlamda, sözün sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir düşünme biçimi olduğu anlaşılır.

Mark Twain, "Söz, bir yılan gibi hem şifa hem de zehir taşıyabilir" diyerek sözün ikili doğasına dikkat çeker. Söz, doğru kullanıldığında iyileştirici bir güce sahipken, kötü niyetle kullanıldığında yıkıcı olabilir. Bu, sözün etik boyutunu ve sorumluluk gerektiren doğasını ortaya koyar.

Edebiyat ve Söz

William Shakespeare, eserlerinde sözün gücünü ve etkisini ustalıkla kullanmıştır. "Bir Yaz Gecesi Rüyası"nda, "Sözlerin gücü büyüden daha fazladır" ifadesi, edebiyatın ve şiirin büyüleyici etkisini vurgular. Shakespeare, söz aracılığıyla duyguları, düşünceleri ve toplumsal eleştirileri aktarma konusunda benzersiz bir yeteneğe sahipti.

Friedrich Schiller ise, "Söz, insanın özgürlüğünü ifade eden en güçlü araçtır" diyerek dilin ve sözün bireysel özgürlüğün ve ifadenin aracı olduğunu belirtir. Schiller, sözün bireylerin kendini ifade etme ve özgür olma yeteneğiyle doğrudan bağlantılı olduğunu savunur.

Modern Düşünce ve Söz

Ludwig Wittgenstein, dilin sınırlarını ve sözün anlamını derinlemesine incelemiştir. Wittgenstein, "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır" diyerek dilin ve sözün düşünce dünyamızı nasıl şekillendirdiğini açıklar. Ona göre, dilin yapısı ve kullanımı, dünyayı algılayış biçimimizi belirler.

Jürgen Habermas ise iletişimsel eylem kuramında, sözün toplumsal ilişkilerdeki önemini vurgular. Habermas, dilin ve sözün, insanlar arasında anlaşmayı ve toplumsal bağları güçlendiren temel unsurlar olduğunu savunur. İletişimin, toplumsal yaşamın merkezinde yer aldığını ve sözün bu bağlamda hayati bir rol oynadığını belirtir.

Sonuç

Söz, insanlık tarihinin her döneminde ve her kültürde derin bir öneme sahiptir. Felsefi ve edebi perspektiflerden bakıldığında, sözün hakikat, düşünce, özgürlük ve toplumsal ilişkiler üzerindeki etkisi açıkça görülür. Söz, sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda insan deneyiminin ve bilincinin derinliklerine inen bir kavramdır. Yazarların ve filozofların söz konusundaki görüşleri, bize bu kavramın ne kadar karmaşık ve çok boyutlu olduğunu gösterir. Söz, doğru ve bilinçli kullanıldığında insanlığa hizmet eder; aksi takdirde zarar verebilir. Bu nedenle, sözün gücünü ve etkisini anlamak ve ona göre hareket etmek, bireysel ve toplumsal yaşamın iyileştirilmesi için gereklidir.


Kaynakça

Platon (Plato):
Platon, "Mağara Alegorisi." Devlet'in 7. Kitabı.
Platon, "Devlet" (Republic). Çev. Sabahattin Eyüboğlu. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007

Friedrich Nietzsche:
Nietzsche Friedrich. "Hakikatin Kullanımı ve İstismarı Üzerine." Çev. Ahmet İnam. İdea Yayınları, 1997.

Albert Camus:
Camus Albert. "Başkaldıran İnsan." Çev. Tahsin Yücel. Can Yayınları, 1997.
Camus Albert. "Yabancı." Çev. Vedat Günyol. Can Yayınları, 2012.

Mark Twain:
Twain Mark. "Adventures of Huckleberry Finn." Penguin Classics, 2002.
Twain Mark. "Bilinmeyen Bir Adamın Öyküsü." Çev. Hasan Can Kucur. Can Yayınları, 2020.

William Shakespeare:
Shakespeare William. "Hamlet." Çev. Sabahattin Eyüboğlu ve Mina Urgan. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2004.
Shakespeare William. "Bir Yaz Gecesi Rüyası." Çev. Can Yücel. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.

Friedrich Schiller:
Schiller Friedrich. "Estetik ve Yüce." Çev. Cevat Çapan. İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
Schiller Friedrich. "Wilhelm Tell." Çev. İsmail Yerguz. MEB Yayınları, 2003.

Ludwig Wittgenstein:
Wittgenstein, Ludwig. "Felsefi Soruşturmalar." Çev. Aydın Arıtan. Ayrıntı Yayınları, 2000.
Wittgenstein, Ludwig. "Tractatus Logico-Philosophicus." Çev. Orhan Koçak ve İsmail Tunalı. Metis Yayınları, 1996.

Jürgen Habermas:
Habermas Jürgen. "Kamusallığın Yapısal Dönüşümü." Çev. Tanıl Bora ve Mithat Sancar. İletişim Yayınları, 1997.
Habermas Jürgen. "İletişimsel Eylem Kuramı." Çev. Bahattin Akbaş. Kabalcı Yayınları, 2006.
Read More

Bumerang Döngüsü

 

Hayat, çoğu zaman bir bumerang gibi döner dolaşır ve başladığı noktaya geri gelir. Bu fenomen, sadece fiziksel bir hareket değil, aynı zamanda duygusal ve deneyimsel bir döngüdür. Bumerang döngüsü, bir eylemin veya olayın, bir süre sonra aynı yere ya da benzer bir duruma geri dönmesini ifade eder. Bu döngüyü anlamak, yaşamımızın derinliklerini keşfetmemize yardımcı olabilir.

Geçmişin İzleri

Geçmiş, genellikle bugünü ve geleceği şekillendiren bir rehberdir. Yaşadığımız deneyimler, aldığımız dersler ve yaptığımız hatalar, bilinçaltımızda saklı kalır ve zamanla tekrar su yüzüne çıkar. Bumerang döngüsü, geçmişin izlerini takip eder. Bir zamanlar yaşadığımız bir olay, yıllar sonra farklı bir biçimde karşımıza çıkabilir. Bu, geçmişin sadece bir hatıra olmadığını, aynı zamanda bir öğrenme aracı olduğunu gösterir.

Karma ve Bumerang Döngüsü

Bumerang döngüsü, doğrudan karma kavramı ile ilişkilendirilebilir. Karma, yaptığımız eylemlerin sonuçlarının bize geri döneceğini savunur. İyi ya da kötü, her eylem bir tepki doğurur ve bu tepki, er ya da geç, bumerang gibi geri gelir. Bu döngü, hayatımızda farkındalık geliştirmemize ve eylemlerimizin sonuçlarını daha iyi anlamamıza olanak tanır. Birine yardım ettiğimizde, belki de yıllar sonra aynı iyiliği başka birinden görürüz. Aynı şekilde, zarar verdiğimizde de benzer bir şekilde etkilenebiliriz.

Döngülerin Hayattaki Yeri

Bumerang döngüsü, sadece bireysel yaşamlarımızda değil, toplumlarda ve doğada da kendini gösterir. Tarih, bu döngülerin en bariz örneklerinden biridir. Geçmişte yaşanan olaylar, hatalar ve başarılar, döngüsel bir şekilde tekrarlanır. Savaşlar, barış dönemleri, ekonomik dalgalanmalar ve toplumsal değişimler, bumerang döngüsünün makro düzeydeki yansımalarıdır.

Doğa da bumerang döngüsünün bir parçasıdır. Mevsimlerin döngüsü, ekosistemlerin işleyişi ve doğal süreçler, hep bir geri dönüş ve yenilenme üzerine kuruludur. Bir ağaçtan düşen yaprak, toprağa karışır, besin olur ve yeni bir ağacın büyümesine katkı sağlar. Bu döngü, doğanın sürekliliğini ve dengesini korur.

Kişisel Gelişim ve Bumerang Döngüsü

Bumerang döngüsü, kişisel gelişim için de önemli bir kavramdır. Kendimizi tanımak, hatalarımızdan ders almak ve büyümek için bu döngüyü fark etmemiz gerekir. Hayatın bize sunduğu geri dönüşler, aslında birer fırsattır. Geçmişteki hatalarımızı telafi etmek, kendimizi daha iyi bir insan haline getirmek ve daha bilinçli kararlar almak için bu döngüleri kullanabiliriz.

Sonuç olarak, bumerang döngüsü, hayatın karmaşık ve birbirine bağlı doğasını anlamamıza yardımcı olur. Geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki bağları fark etmek, bizi daha bilinçli ve duyarlı bireyler haline getirir. Her eylemin bir geri dönüşü olduğunu bilmek, hayatımızı daha anlamlı ve dengeli yaşamamıza katkı sağlar. Bumerang döngüsünü kucaklamak, hayatın sonsuz döngüsünde kendimizi bulmamıza olanak tanır.

Read More

 



Top 100 Dropshipping Companies in Europe & Turkey"
is a comprehensive guide designed for aspiring entrepreneurs and e-commerce enthusiasts. Curated by Cahit Çağabey, this resource highlights the most reliable and trending dropshipping suppliers across Europe and Turkey. Whether you're starting your first online store or scaling your business, this book offers valuable insights into supplier features, categories, and direct access links—helping you make smarter decisions in today’s competitive market.


Buy Now       10  Euro





Prepared by Cahit CAGABEY
Site içeriği kaynak gösterilerek kopyalanabilir cahit-cagabey.blogspot.com Blogger tarafından desteklenmektedir.. Blogger tarafından desteklenmektedir.