İlkel çağlarda artı-değerin ortaya çıkışı ile birlikte, toplumsal sınıflarda tarih sahnesine çıkmıştı. Kapitalist olmayan, henüz ‘ulus’laşma(!) evresine gelememiş olan toplumlarda, söz gelimi antik çağdaki Atina ya da Asur’lularda da sınıflar vardı… Sınıf olgusu üretim ilişkileri ile ilgilidir. Devlet olgusu sınıf gerçekliğini açıklar…. Devletin sosyalizm dışındaki tanımı da sınıf gerçekliğini kanıtlar… Kapitalistler; devlet, ‘sınıflar arasındaki çelişki’yi uzlaştırmak için gereklidir der… Sosyalistler; devlet, artı-değerin üretimi ile sınıflara bölünen, paylaşım ve işbölümünün, yerini, sömüren-sömürülen ilişkisine bıraktığı sınıflı toplumlarda egemen sınıfın ihtiyaç duyduğu bir baskı aracıdır der…. Ortak görüş sınıf gerçekliği ve sınıf çelişkilerinin varlığının kabuludur.
Ancak biz sosyalistler; devletin sınıf çelişkilerini uzlaştırıcı değil, egemen sınıfın baskı aracı olarak sınıf savaşımının bir tarafı, olduğunu söyleriz. Tarihsel materyalizm bize şunu anlatır: Toplumsal değişimlerin tarihi, üretim ilişkilerinin yansıması olan sınıf çatışmalarının tarihidir. Din adına yapılanlar da dahil bütün savaşların, toplumsal dönüşümlerin, iktidar değişikliklerinin, bütün altüst oluşların temelinde üretim ilişkileri ve sınıf çelişkileri vardır. Bu Kürtler içinde geçerlidir. Ortadoğu, Asya ve Afrika’da yayılan Arap devletleri de ordularını toplarken, sadece ‘allah’ın emrini öne sürselerdi, savaşlar için büyük orduları toplayamazlardı. Din’de bile ticaret gibi ‘doğal’ olarak algılanan ganimet ve köle gerçekliği vardır. Sadece Türk ve Kürt kavimlerin islamlaştırılmasında bile yüzbinlerce insan köle pazarlarında Araplar tarafından satılmış, satın alınmıştır. Sınıf gerçekliği ilkel klan düzeninden itibaren, ‘devletsiz’ toplumlar için de vardır. Ancak komünizm aşamasında; üretim ilişkilerinin tamamen toplumsallaşması, kapitalist-emperyalizmin yok edilerek, sosyalist toplumun inşasının dünya ölçeğinde tamamlanması ile, sınıfsız, devletsiz, bir toplum gerçekliğine ulaşılacaktır.
Sosyalizm özgürlük, (demokrasi) ve eşitliğin de bağımsızlığın da olmazsa olmazıdır. Sosyalizm inşa edilmeden, sınıf çelişkileri çözümlenmeden, sosyal, ekonomik ve siyasal eşitlikten sözedemeyiz. İşçi sınıfı (ya da emek güçlerinin), sömürücü (ve sömürgecileri) alaşağı ederek, iktidara el koyması devrimdir. 1917’de Rusya’da yapılan sosyalist devrim bile bir anlık süreç değildir, 1905’ten itibaren iktidarın tüm sovyetlere (işçi sınıfına) geçmesi bir tarihsel süreçtir. Adı sosyalist devrim bile olsa, işçi/emek güçleri’nin iktidara el koyması sosyalizmin inşaası için sadece bir başlangıçtır. Üretim ilişkilerinin yeni sosyalist ideolojiye göre düzenlenmesi, burjuvazinin üretim araçları, feodallerin topraklar üzerindeki mülkiyetine son verilmesi ve üretim araçlarının toplumsallaştırılması (kamusallaştırılması) bir süreç işidir. Kapitalist zayıf halka Rusya’da Marksın bile öngöremediği devrime Lenin önderlik ettiği zaman, Sovyet toplumu, sosyalizm için henüz yolun başındaydı…. Kropotkin Lenin’i eleştirirken, işçi iktidarında bürokratik yozlaşma tehikesinden sözediyordu. Stalin döneminde büyük bir dünya savaşı yaşayan, 20 milyon yurttaşını -insanlığı faşizmi belasından kurtarmak pahasına- kaybeden Sovyetler Birliği’nde tüm olumsuzluklara rağmen sosyalist üretim ilişkileri inşa edilmekteydi. Ancak daha sonra işçi bürokrasisi üzeriden güç bulan revizyonistler; işçi demokrasisi yerine bürokrasiyi koymuş, emperyalist kuşatmanın etkisinin kırmak için enternasyonel görevlerini yerine getirmemiş, sosyalizmin yozlaşmasına neden olmuştur.
Kapitalist üretim ilişkilerinin henüz gelişmediği, burjuva uluslaşmayı gerçekleştirememiş ülkelerde (3. dünya ülkeleri de diyebiliriz), üretim ilişkileri daha geri bir evreyi yansıtır, toplumsal devrimin ilk planda Sovyetik tarzdaki bir sosyalist devrime benzemiyeceği de ortadadır. Çin devrimi, Vietnam devrimi, Küba devrimi, hatta günümüzde Venezuella’nın sosyalist devrime doğru evrilen yönelimi bunun göstergeleridir. Türkiye ya da Kürdistan devriminin de tarihsel ve sosyal koşulların farklılığı nedeniyle kendi somut durumuna göre şekilleneceği de kesindir. Kürdistan’da hem sömürgecilik hem de feodal/aşiret tarzı üretim ilişkileri belirleyici olduğundan, dil, ırk, tarih, sınır, kültür, toprak birliği gibi birkaç faktörün birarada olabileceği bir ulus-devlet süreci yaşamadığından Kürt ulusu/halkı’nın önündeki tarihsel süreç biraz daha farklı olacaktır. Toplumsal yapının sosyalizme hazır olmadığı doğrudur ancak, bütün diğer ülke halklarının hepsinden daha fazla bir devrimci kriz olduğu da doğrudur. Kimliği bile henüz inkar edilen, sömürü ve sömürgeciliğin katmerli olduğu, toplumun kirli savaş koşullarında sosyal, psikolojik, ekonomik, bütün atüst oluşları yaşadığı koşullarda, insanca yaşam hakkı en acil sorundur.
Emperyalizm çağında; kapitalizm öncesi/feodal üretim ilişkilerinin tasfiyesi koşullarında, tarihin ilerici sınıfı olma misyonunu kaybeden burjuvazi, Batı kapitalizmi dahil hiçbir toplumun devrimci, ilerici değişiminin öncüsü değildir. Kürdistan’ın önündeki süreç, ulusal demokratik halk devrimi’dir. Ancak Kürt yoksulunun sadece kimlik, dil gibi kültürel haklarını hedefleyen bir hareketin de ulusal demokratik devrimi hedeflemediği açıktır. Emperyalizm’in 1990’lardan bugünlere dünya halkları için –kapitalist pazarın çıkarlarına uygun olarak- öngördüğü, mikromilliyetçilik kavramında bu tür talepleri fazlasıyla görebilirsiniz. Bu halklar için, özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve daha insanca yaşam anlamını taşımamaktadır. Kürt halkı için demokrasinin AB’nin Kopenhag kriterleri çerçevesinde olamayacağı da açıktır. Ermeni soykırımını temel gündemi yapan emperyalist Avrupa ve Ortadoğu’daki çıkarlarına göre BOP’ni hayata geçirmeye çalışan ABD’nin de gündeminde Kürt sorunu yoktur. Bir halkın özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam mücadelesi emperyalistlere ve işbirlikçilerine (liberallere, reformistlere, aşiret ağalarına) bırakılamaz. Kürdistanı bölp parçalayarak kendi bölgesel çıkarları için koz olarak kullanan emperyalist haydutların Kürtlere vereceği bir şey yoktur. Türk ulus-devleti’nin de ne Türklere ne de Kürtlere sağladığı insanca bir yaşamı henüz görmedik, görmeyeceğiz. Adının cumhuriyet olması – tek bir bir ulus adına; dil, toprak, sınır, tarih ve kültürel ortaklaşmasının sonucu olan- bir ulus-devlet’e demokratik olma anlamı kazandırmadığı gibi faşist bir rejim olmamanın da garantisini vermez. Milliyetçilik temelinde inşa edilen bir ulus-devlet, (tek bir) ulusu yaratmayı kendi önüne tarihsel bir görev olarak koyduysa, cumhuriyet faşizan uygulamalardan da vazgeçemez. Bir cumhuriyetin göstermelik seçim sistemine parlementosuna ya da ‘laik(!)’ anlayışına bakarak demokratik olduğuna karar veremeyiz. Burjuva anlamda bile demokratik olmanın ölçütleri bellidir; insan hakları, hukuğun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, eşit ve özgür yurttaşlık……. Bunların hiçbirisinin olmadığı bir düzende – bütün etnik unsular ya da azınlıklar için de - insanca yaşamdan bahsedemeyiz..
Kürt halkının tıpkı diğer halklar, uluslar gibi kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Bu hak birilerinin iznine de tabi değildir. Bu hakkın tanınması sadece kişilerin, kurumların ve yönetenlerin ne kadar demokrat? Ne kadar insan haklarına saygısı vardır? Onun göstergesidir. Halklar için gerçek demokrasiyi getiren sosyalizm’de ulusların kaderini tayin hakkına saygı, her türlü şovenizmin reddedilmesi temel ilkelerdendir.
Federal devlet, iki resmi dil, emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin ve ezen-ezilen ikileminin var olduğu koşullarda, bir halk için kurtuluş değildir. Kendisini yönetme ve iktidar hedefi olmayan bir halkın özgürleşemeyeceği de açıktır.
Kürt ulusal mücadelesine sosyalizmin önderlik etmediği, aşiret/feodal yapının tasfiye edilmediği, ulusal mücadelenin sınıfsal temelinden koparıldığı her koşulda, hedef ister federasyon olsun, ister konfederalizm ya da ulus-devlet yapılanması… Hiç birisi Kürt sorununun çözümü değildir. Kürt Ulusalcılarının geçtiğimiz Belediye seçimlerinde içine düştükleri durum, içkavgalar, ‘sınıfsal sorun’un ‘ulusal sorun’un gölgesinde kalmasına rağmen asıl temel sorun olduğu gerçekliğini de göstermiştir. Siyasi rantçılık söylemiyle ifade edilmeye çalışılan bu ‘belediye rantiye’si kavgası temeldeki halledilmemiş sınıf çelişkisinin yansımasıdır. Güneydeki Federe Kürt Devleti, Barzani ve Talabani şemsiyesi altında toplanan feodal-aşiret hiyerarşisi ve komprador işbirlikçi burjuvaziyi tasfiye etmeden, emperyalist-kapitalizme kendisini peşkeş çekmeden, halkın demokrasi, özgürlük ve eşitlik sorununu çözmeden özgürleşemez, bağımsız bir ülke olamaz..Ancak sömürgecilik el değiştirir, ikinci elden çıkar birinci ele geçer. Kürdistan ve Orta Doğu üzerinde oynana 100 yıllık sömürgeci oyun, biçim değiştirerek yeniden BOP adı altında uygulamaya koyulmuştur. Küreselleşme yanlılarına göre toplumsal yapısı, üretim ilişkisi geri olan, dinsel yönelimi bağnazca olan Ortadoğu'nun sadece sermayenin serbest dolaşımı ile küresel pazara uygun hale getirilememiş olması ve kapitalizmin can damarı olan enerjinin bu bölgede oluşu başta ABD olmak üzere emperyalistlerin bölgede bir açık işgale girişmesine neden olmuştur. BOP'un amacı daha özgür ve demokratik ülkeler yaratmak değildir, küresel sermayenin daha kolay yönetebileceği bir Ortadoğu yaratmaktır. Arap halkını Farslarla çatıştıran ve Saddamı yaratn, ona kullanması için kimyasal silah veren emperyalist haydutların planı, öngördükleri gibi işlemektedir. Enfal katliamı ve Halepçe katliamında kılları kıpırdamayan, akıllarına demokrasi ve insan hakları gelmeyen haydutlar, Irak'ı Kuveyt'i işgale zorlamışlar ve müdahele gerekçeleriniyaratmışlardır. Dünya ölçeğinde 11 Eylül 'terör' saldırısı, ve bölgesel ölçekte küreselleşme karşıtı dikatatörleri yıkmak,dünyayı özgürleştirmek demagojisiyle yeni bir saldırı dalgası başlatmışlardır. Balkanlardan Etiyopya ve Somaliye, Afganistan'dan, Irak'a kadar küresel demokrasi yüzbinlerce insanın ölümü ve acıları üzerine seyreltilmiş uranyumlu bombalar ve her türlü silahın denediği bir acımasız güç gösterisine dönüşmüştür. Bölgelerde yaratılan istikarasızlık ve işbirlikçi ittifaklar sayesinde emperyalistler enerji havzalarını kontrol altında tutmakta, kendi vatandaşlarının vergisiyle oluşturdukları devasa ordularına en modern silahları satarak tekelci sermayenin daha da büyümesine zemin hazırlamaktadırlar..Burada Güney Kürdistan sadece bir lojistik askeri üs ve Ortadoğu'da kalma gerekçesidir. Bu bölgede işbirlikçilere küçük rüşvetler verilse de başta Kürt halkı olmak üzere bütün halkları bekleyen savaştır, kandır, gözyaşıdır.. Emperyalist sermayenin kardan başka hiçbir insani değeri ve amacı yoktur. O duygusuz ve zalim bir canavardır. İşini bitirince Kürde de acımayacaktır, Arabada, Farsa'da Türke de... Halkların emperyalizme karşı dayanışması bu planın etkisizleşmesinin tek yoludur. Plana dahil olan egemenler için küçük rüşvetler olsa da halkların çıkarına olan hiçbir şey yoktur. Halklar bu planı ne kadar erken bozabilirse o kadar iyidir..
Kürt, Türk, Çerkez bütün halkların kurtuluşu ve özgürlüğünün yolu devrimdir. Bu ulusal/sınıfsal çelişkilerinin demokratik bir halk yönetimi altında soyalizmin inşasının yoludur.
Türkiye, Kürdistan ya da sömürge, yarı-sömürge herhangi bir ülkede, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi verenlerin önündeki en önemli görev; demokratik-halk devrimidir. Bu tam olarak sosyalizm değildir, toplumu sosyalizme hazırlayan demokratik bir süreçtir. Sosyalizme zemin hazırlayan demokratik ve özgürlükçü, eşitlikçi uygulamalar, giderek halkın desteğini kazanır, halkın desteği arttırdıkça sosyalizmin inşaası sürer ve sosyalizm toplumsal ekonomik ve politik bir sistem olur... Devrimcilerin ilk hedefi; emperyalizme, kapitalizme ve onların en saldırgan yönetimi olan faşizme karşı, bütün halk kesimlerinin desteğini alan bir demokratik halk devrimini örgütlemektir. Sosyalizm bir süreç işidir. Bizim gibi 3.dünya ülkelerinde demokratik halk devrimi olmadan sosyalizm geliştirilemez. Sosyalist devrim; işçi/emekçi halkın iktidarının siyasi ifadesidir. Bunun ekonomik toplumsal yapılanması önemlidir... Halkın düşmanları için dikta, halk için özgürlük,demokrasi olan işçi/emekçi iktidarının görevi, üretimi halkın çıkarına göre düzenlemektir. Kapitalist ahlak(sızlığ)ı, sömürücü düzenin insana öğrettiği bencilliği, köşe dönmeci, çıkarcı zihniyetleri, eğitimle yokederek, yeni sosyalist insanı yaratacak bir kültürel devrimi de sürekli uygulayacaktır. Özgür demokratik bireyler olmadan özgür toplum olmaz, böyle bireylerin olduğu bir toplum da sömürücü sistemlerin tekrar esiri olmaz...
Demokratik halk devriminde iktidara el koyan halkın, yasaları, devleti ve üretim ilişkilerini halkın çıkarlarına göre yeniden düzenlemesi, halk düşmanlarını tasfiye etmesi bir süreç işidir. Devrimci Halk cephesi sadece sosyalistlerden oluşmaz, sömürüye karşı olan, emeğin kavgasını veren, ülkesi için özgürlük ve bağımsızlık isteyen herkesin içinde olacağı bir harekettir bu. Bakınız Chavez'e olan destek neden artıyor? çünkü Chavez emperyalist sömürücülerin ve işbirlikçilerinin yağmaladığı halkın kaynaklarını yeniden halkın çıkarına kullanmaya başlayınca halk desteği arttı. Üstelik Chawez’i destekleyen iktidar partisi onlarca farklı parti ve örgütün bir koalisyonudur. Bu koalisyonun birliğini sağlayan hepsinin, demokrasiş, özgürlük, eşitlik ve emperyalist küresel sömürüye karşı bağımsızlığı savunutor olmalarıdır. Sosyalizme götüren uygulamalar sürdürüldükçe, halkın iktidar gücü daha da artacak, halk kendi kendisini yönetecektir. Bunun demokratik,ekonomik ve politik koşulları yaratılması gerekir. Aksi halde, hukuk, demokrasi yoksa, halkın iktidar gücü sürekli olmaz, toplum sivilleşemez, yönetim militarizme kayar. Ekonomik ve sosyal anlamda yoksulların sorunu çözülmez, eşitlik sağlanmazsa, demokrasi ve özgürlük olmaz. Halkın siyasete katılımı olmaz. Örgütlü halk cephesi, bir kere iktidarı alınca, kendi çıkarına olan uygulamaları gördükçe, kendi çıkarının nerede olduğunu anlar. Kapitalist-burjuva yalan ve demagoji giderek toplumüzerindeki etkisini kaybeder. Halk cephesinin siyasi iktidarının sürmesi, halk düşmanlarının, sömürücü sınıfların gücünü kaybetmesiyle yakından ilgilidir. Üretim araçları üzerindeki büyük tekel mülkiyetinin ortadan kaldırılması, üretim ilişkilerinin çoğunluğun, emekçi halkın çıkarına yeniden düzenlenemsi mutlaka gerekir. Toprakmülkiyeti ve buna uygun üretim ilişkisinden güç alan feodaller de toprak reformu ile etkisizleştirilir. Toprak yoksulköylüye dağıtılır. Bu köylülüğün yeni demokratik düzene desteğini sağlar, feodal ve aşiretçi bütün toplumsal ilişkileri ortadan kaldırır. Halkı kazanmadan devrim de olmaz, sosyalizm de inşaa edilemez. Parti bürokrasisinin, sosyalizmi baltaladığı, işçi/halk demokrasilerini yozlaştırdığı durumlarda sosyalizmden geriye dönüş te mümkündür. Bu tehlikeyi bertaraf etmenin yolu, halkın çok örgütlü ve bilinçli olmasından geçer. Bu nedenle halk devrimini örgütleyenleri bekleyen en zorlu görev işte budur. Özgürlükçü demokrasiyi topluma iyi anlatmak, toplumun yaşama, kavgaya, özgürlük ve demokrasi mücadelesine en geniş katılımını sağlamak.. Özellikle Venezuella deneyimi bütün yarı-sömürge ve sömürge ülkeler için çok iyi bir örnektir. Oradaki halk meclislerinin örgütlenmesi, halkın siyasalaşması kendisi adına karar verebildiği örgütlü mekanizmalar oluşturması, binlerce demokratik kitle örgütlenmeleri ve bunların halk cephesi olarak birleşik-örgütlü gücü, halkın siyasallaşmasının ve kendi kendini yönetmesinin önünü açacaktır. 21. Yüzyılın demokratik halk devrimlerinin kuşkusuz, Sovyet, Çin ve Küba devrimlerine benzemeyeceği açıktır.
Şimdi tarihsel bir süreçteyiz, can çekişen ve saldıran emperyalizmin alternatifi yine sosyalizmdir... Sosyalizm insanlığın umududur, Latin Amerika'da umut ayakta şimdi, dalga dalga yayılacak tüm dünyaya...
Saygı ve sevgiyle
İlkiz
EmoticonEmoticon